Üç Günlük Dünya


ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA

Günler burada matbaada yanlış basılmış bir kitap gibiydi. 
Sayfayı her çevirdiğimde aynı sayfayla karşılaşıyordum sanki.
Günler kopyala yapıştır şekilde birbiri ardına dizilmişti.
Bazen çekilmez gibi gelse de özünde güzel bir şeydi bu!

Dünya kurada çıktığında sınıfta bir gülüşme olmuştu.
Çünkü kurayı benim yerime kız arkadaşım çekmek istemişti.
O da beni zorunlu hizmete -ki biz bunu varoluş adını veriyorduk- Dünya’ya gönderdi.
Kız arkadaşım bir sepet elmayla gelmişti beni yolcu etmeye.
Ben Dünya’da Adem adını kullanacaktım.
Kız arkadaşımın zorunlu varoluşu Venüs’e çıkmıştı. 
Dünya’ya çıksaydı o da Havva adını kullanacaktı.

Göreve gittiğimiz gezegendeki ortalama ömür kadar orada kalıyor.
Sonra kendi gezegenimize dönüyorduk.
Aptalcaydı. 
Ama ölümsüz uzaylı ruhlarımız için zamanın bir önemi yoktu. 

Dünya’da bulunduğum sürece yalnızlığı anlamaya çalıştım.
Anlayamadım.
Yalnız olmadığı halde yalnızlık çekenlerle yalnız olduğu halde bunu hiç umursamayanlar vardı.
Yalnızlık, aşk gibi tüm tanımlarına rağmen tanımsız bir şeydi. 

Duvarları sarmaşıklarla kaplı bir evde yaşadım Dünya’da.
Sarmaşıkların sırnaşık hallerinden, asalak bir bitki olmasından hiç hazzetmedim.
Dünya’dan ayrılırken köklerine kibrit suyu döktüm bolca.

Bir bulutun toplanıp ilk rüzgârda dağılması gibiydi Dünya’da geçirdiğim zaman.
Oyun ve eğlenceden ibaretti.
Kaç gün yaşarsanız yaşayın hep üç günlüktü.


[ izzet koçak ]
@hiparkhia'ya

Çekirge, Bir İki Üç


ÇEKİRGE, BİR İKİ ÜÇ

Üçlü koltuğa kıvrılmış yatıyordum.
Pat diye hafif bir ses geldi. 
Oda sessiz olduğu için gelen sesi oldukça net duymuştum.
Gözlerimle odanın içini taramaya başladım.
Oradaydı.
Rahlenin üstündeki açık duran kitabın üzerindeydi.
Kafka’nın başparmağı büyüklüğünde iri bir çekirge.
Yabancısı olduğu ortamı kolaçan ediyordu.
Sıçramak için hazırlandı ama tereddüt etti.
İzlendiğini hissetmiş olabilirdi.
Benim bir avcı olmadığımı nereden bilebilirdi ki.
Bir süre daha orada hareketsiz bekledi.
Odanın içinde yaprak kıpırdamıyordu.
Ortamın kendisi için güvenli olduğunu kanaat getirince sıçradı.
Güçlü ve çevik bir sıçrayıştı.
Rahlenin bir buçuk metre kadar ötesindeki sehpanın üzerine indi.
Sigara tabakası ağzı açık vaziyette sehpanın üzerinde duruyordu.
Tütün kokusu çekmiş olmalı onu, emin değilim.
Sonuçta o otobur bir böcek.
İri ve taze, besleyici...
Dilim kontrolümden çıkıp dudaklarımı yaladı.
Çekirge üçüncü kez sıçradığında halının ortasına indi.
Avcı iç güdelerim çoktan harekete geçmişti.
Çekirge ne olduğunu anlamadan üzerine atladım.
Uzun zamandır kedi mamasından başka bir şey yemiyordum.

[ izzet koçak ]
@methaldar'a

Allah Kurtarmış


[ ALLAH KURTARMIŞ ]*

Bir taziyeye gittik.
İçerisi sakindi.
Başınız sağ olsun, dedik.
Mevtaya Allah’tan rahmet diledik.
Başlar sallandı.
Düşülen derin sessizlikten birkaç soruyla yukarı çıktık.
Yaşı kaçtı, diye sordu biri.
Kırk birdi, dedi halının ortasına bakan adam.
Daha gençmiş, dedim.
Cenazeye en yabancı olan bendim sanırım.
Nesi vardı, diye sordum.
Mutsuzdu, dedi aynı adam.
Allah kurtarmış, dedim.
Kalktık.

*[ izzet koçak ]

#mikroöykü878

İçime Dolan Karanlık


İÇİME DOLAN KARANLIK

Akşam ezanıyla kurulacağınız mükellef sofrayı düşünerek oruç tutmaya ne var, dedi meczup. 
Sonra elindeki pet şişenin mavi kapağını açıp içindeki suyu içmeye başladı.
Su, kirli sakallarından göğsüne akıyordu.
Çevredekilerin uyarmalarına rağmen içmeye devam etti.
Ezan okunuyor, duymuyor musunuz, dedi, akşam ezanı.
Sesini sadece kulaklarımız değil, tüm duyularımız hissetti. 
Karanlıktı, yapışkandı, acıydı, keskindi.
Gözleri uzak bir yere bakıyordu. 
Çok uzak bir yerden haberler çalınıyordu kulaklarına.
Ruhu bedenine dar geliyordu. 
Çatlayıp dışarı çıkacak gibiydi. 
Gözlerinizi kapatın, gaybın kapıları açılsın kalbinize diye bağırdı.
Gözlerim kendiliğinde kapandı.
İçime bir karanlık doldu.
Yere yıkıldım.
Kendime geldiğimde evdeydim.
Annem başucumdaydı.
İlk orucu olur böyle şeyler, dedi babam.


[ izzet koçak ]
@__glsm'ye

Binbir Kedi Masalları


BİNBİR KEDİ MASALLARI

Çadırın önüne küçük bir ateş yaktım. 
Develerin üzerinde gün boyu tuhaf bir huzursuzluk vardı.
Gecenin sükûnetiyle birlikte onlar da sakinleşmiş gibiydi.

Ateşin başına bağdaş kurup oturdum. 
Çöl gecelerinin anlam ve önemine binaen bir dakika hayatın anlamını tefekkür ettim.
Hayatın anlamını fazla düşünerek keyfimin kaçmasına izin veremezdim.
Ateşin üstündeki çaydanlıktan kupaya kaynar su doldurup sallama çaylardan bir tanesini içine attım.
Kahveden hiç hoşlanmam, not düşülsün.

Çaydan bir yudum aldım. 
Kötünün iyisiydi, iyinin kötüsüydü o kadar.
Kafka’nın Dava’sını elime alıp okumaya başladım.
Atmosfere uygun olsun diye Binbir Gece Masalları’nı okumamı bekliyorsunuz ama onu çoktan okuduğum içim bu hikâyede Kafka’ya razı olacaksınız.
Bin bir ayrı yazılır, ancak kitabın adında gelenekselleşmiş olarak bitişik yazılıyor. 
Çok saçma olması bence mantıklı.

Şehrazat’ın gerçek adının Serap olduğunu da bilmediğinizden eminim. 
Ben de yeni uydurdum çünkü.
O kadar hikâye, bir seraptan başka ne olabilir ki!

Yıllardır çöldeyim bir kez bile serap görmedim. 
Tuhaf.
Her yolculukta bu kez göreceğim diye umut ediyorum ama sonrası hüsran oluyor.
Bir seferinde çölün ortasında yüzlerce kedi gördüm.
Bu benim ilk serabım diye günlüğümü açıp hemen not aldım.
Ama sonra düzetmek zorunda kaldım.
Komşu ülkenin sultanı çok sevdiği faresinin bir kedi tarafında katledilmesi üzerine tüm kedileri ülkesinden çöle sürmüştü.

Uydu telefonumla Marslı arkadaşlarımı aradım. 
Gelip kedileri kurtardılar.
Yoksa çölün ortasında hepsi telef olup gidecekti.
Güney kutbunda telef oldular, orası ayrı bir mevzu. 
Koordinatları yanlış hesaplamışlar falan filan.

Salonun lambasını yandı.
Ne yazıyorsun diye sorarak tüm iştahımı kaçırdı peri kızı. 
Hikâye yazıyorum, dedim.
Öykü’dür o, dedi.
Bilmiyorum, dedim.
İyi, kolay gelsin, dedi.
Lambayı kapattı. 

Develer huzursuzlandılar.


[ izzet koçak ]
Güzide Demirhan'a

Karbon Monoksit Bir Hüzün


KARBON MONOKSİT BİR HÜZÜN

Sonunda sobayı yakmayı başardı.
Hiç de dışarıdan göründüğü kadar eğlenceli değilmiş, dedi.
Kombiyi kapatayım mı artık, diye sordu kız.
Olur, dedi.

Sobanın üzerine kestaneleri dizdiler. 
İyi bir açı bulup birkaç güzel fotoğraf çekindiler.
Huzur, diye paylaştılar.
Gelen yorumları okudular. 
Kestaneleri sobanın üzerinde unutup yaktılar. 
Onları da sobanın içine attılar. 

Kapıcı, sabah kapıya astığı ekmelerin alınmamasından şüphelendi.
Zile bastı.
Telefonla aradı. 
Telefonun melodisini kulağını kapıya dayayınca derinden duydu.
Yöneticiye haber verdi.

Polis geldi.
Kapı çilingir tarafından açıldı. 

Yakınları geldi.
Merdiven boşluğunu çığlıklar kapladı.

Evlerinden hiç ceset torbasında ayrılmayı düşünmüşler midir, diye sordu kapının önündeki kalabalıktan biri. 
Sorunun muhatabı yüzünü ekşitti.

Apartmana karbon monoksit bir hüzün çöktü.
Birkaç gün havalandırınca o da dağılıp gitti.

[ izzet koçak ]
Nejla'ya

Vicdansızlar


VİCDANSIZLAR

Caminin halıları yenilenmişti.
Namaz boyunca halının desenleri dikkatimi dağıttı.
Canım sıkıldı.
Ama halının desenleri güzeldi.

Namazdan sonra kuru temizlemeciye gittim.
İçeri girdiğimde görevli beni gülümseyen bir yüzle karşıladı. 
Cebimden fişi çıkartıp uzattım. 
Masanın üzerinde duran defter-i kebiri açtı.
Sol sütunda yer alan ismimi bulup kırmızı kalemle üzerini çizdi.
Sağ sütuna yeşil bir tükenmez kalemle adımı soyadımı tekrar yazdı. 
İmzalamam için bana uzattı. 

Kuru temizlemeciden tertemiz bir vicdanla dışarı çıktım. 
Hava sıcaktı. 
Vicdanım yerinde rahattı.
Rahatlık bana batardı.

Çiçekçinin önünden geçerken baktım güller çok güzeldi.
Hanıma bir buket yaptırayım, dedim.
Çiçekçi elindeki spreyle sarmaşıkları soluyordu. 
Annem sarmaşıkları çok severdi.
Renkli naylon çoraplardan telle aralarına güller yapardı. 

Çiçekçi buketi hazırlayıp getirdi.
Koku sıkayım mı, diye sordu.
Ne kokusu, dedim.
Gül kokusu, dedi.
Manyak mısın, dedim.
Niye öyle diyorsun, dedi.
Normal değil mi söylemem, dedim.

Eve varınca gülleri hanıma uzattım.
Çok sevindi.
Kucağına basıp yüzünü içine gömdü.
Burnundan derin bir nefes aldı.
Yüzü ekşidi.
Bunlar gül gibi kokmuyor, dedi.
Ben de kokladım.
Gülü klonlamışlardı ama kokusuz olarak.
Tuhaf, yapay, plastik bir koku vardı üzerinde. 

Vay, dedim. 
Sövdüm.

Hanıma, bizim temizletecek şükür bir vicdanımız var, dedim.
Bunlarda o da kalmamış.


[ izzet koçak ]
@ruhyorgunlugu'na

Hap


HAP

Başım çatlıyordu.
Artçılar iki dakika arayla ziyaretime geliyordu.
Majezik görevi ihmalden suçlu bulundu. 
Mide asidine atıldı. 

Pencerenin perdesini iyice çektim. 
Aralarındaki tartışma hiç bitmiyordu.
Susun diye bağırdım battaniyeyi üzerime çekerken.
İç seslerim, tıp oynadılar bir süre.
Sonra fısıltıyla konuşmaya başladılar.

Ağrının şiddetiyle kendimi nasıl sıktıysam artık uyurken, her yanım tutulmuş olarak uyandım.
Taş kesilmiştim ama ağrı solmuştu. 
Gözlerim biraz açılır gibi oldu.
Aklım başımdaki yerine oturup kontrolü ele aldı.

Lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkadım. Saçlarımı ıslattım. 
Mutfağa geçip çay koydum. 
Dolaptan kahvaltılıkları çıkardım. 
Tereyağı, zeytin ve beyaz peynir. 
Beyaz peynirin kokusu hafiften ağırlaşmıştı. 
Çöp kutusu aç bir kurt gibi kaptı peyniri. 

Yeni kalıptan bir dilim peynir kestim. 
Kahvaltı tabağının üzerinde küçük küp şekerler gibi dilimledim.
Her küpe bir kürdan sapladım.
Çayı demledim.

Kahvaltıdan sonra tutulan kaslarıma masaj yapması için beş aslan gücündeki  Voltaren’i içime ışınladım. 
Rahatça işini yapsın diye koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım.


[ izzet koçak ]
Emine'ye

Kabus Tarihi


KÂBUS TARİHİ

Son trende istasyona girerken inceden bir yağmur başladı.
İhtiyar adam heyecanla oturduğu banktan doğruldu.
Bu sırada yanına iki adam geldi. 
Bir şeyler konuştular usulca.
İhtiyar adam öfkelendi. 
Rüya’yı almadan şuradan şuraya adım atmam, dedi. 
Perondakiler onlara dönüp şöyle bir baktılar. 
Bu tek perdelik oyuna tesadüf etmeyen yoktu. 
Bakışlarını yeniden trene çevirdiler.

İstasyon şefi ceketini düzelterek perona çıktı.
Hemen yanı başındaki tartışmaya alışık olduğu her halinden belliydi.
Salim amca, Rüya bir önceki trenle geldi, dedi sakince, çoktan eve varmıştır.
Ben sabahtan beri buradayım, dedi ihtiyar adam hayretle, nasıl görmedim?
Eve gidince görürsün Rüya’yı, dedi istasyon şefi. 
Sesinde derin bir hüzün.
İhtiyar adam itiraz etmedi, etmeye cesaret bulamadı.
Oğullarının koluna girip karanlığın içinde kayboldu.

Hafıza ne tuhaf bir şey, diye düşündü istasyon şefi, yıllar önce trene binip kaçan kızı, trenle gelecek kıza çeviriyor. 

Sırtını istasyonun duvarına dayadı. 
Ceketinin iç cebinden bir sigara çıkartıp yaktı. 
Trene inip binenleri seyretti. 
İnceden bir yağmur yağıyordu.

Elinde valizle inen son yolcuyu Rüya’ya benzetti. 

Odasına geri döndü. 
Ceketini çıkarıp kapının arkasındaki askıya astı.
Takvim yaprağındaki tarihe bakıp durakladı. 
Üç yıl önceki bugünün tarihiydi takvimin üzerindeki tarih:
Rüya’nın, kendisini bu kâbusun içerisinde bırakıp gittiği günün tarihi.


[ izzet koçak ]
Gamze Özden'e

Biyolojik Çim Biçme Makineleri



BİYOLOJİK ÇİM BİÇME MAKİNELERİ

Sürü otlağa ulaştığında koyunların başları ayrık otlarını saygıyla selamladı. 
Biyolojik çim biçme makineleri sürü halinde çalışmaya başladı. 
Koyunların bu iştahı çobanı ayrıca mutlu etmişti. 
Bunlar et, süt ve yün olarak geri dönecekti en kısa zamanda çünkü.

Çoban köpekleri sürünün etrafında devriye geziyordu.
İçlerinden biri sürmeli koyunla göz göze geldi. 
Burnuna ihanetin kokusu çalındı. 
Sürmeli koyun karmaşık duygular içerisindeydi. 
Sürüden ayrılmak niyetindeydi ama ayrılıp da ne yapacaktı. 
Gitmek ve kalmak arasında yanan çelişki ateşi iri çoban köpeğiyle göz göze gelince söndü. 
Başını eğip otları biçerek sürünün bir parçası olmanın daha önemli olduğuna kanaat getirdi. 
Çoban köpeği sonuçtan memnun vazifesine geri döndü.

Çoban, eşeğin sırtındaki heybeden seyyar masa ve taburesini indirdi. 
Termostan demli bir çay koydu.
Somun ekmeği ortadan ikiye ayırıp hanımının süs biberinden yaptığı acı sosu sürdü. 
Cep telefonundan açtığı çello solosuyla kahvaltısını yaptı.
Hayallere daldı.
Hakikate yaklaştı.


[ izzet koçak ]

@nur_ersoy_'a

Pompei'de Mangal



POMPEİ’DE MANGAL

Elimize çekirdeklerimizi alıp banka oturduk.
Pompei’ye doğru akan lavları izlemeye hazırdık.
Önce bir uğultu geldi. 
Koca dağ öksürdü. 
Küller uçuşmaya başladı gökyüzüne.
Rejiden kulaklarımıza durmadan uyarılar geliyordu. 
Çekirdeği yerlere atmayın, sonra zabıta ceza yazıyor, diye. 
Pompei belediyesi anons yapıyordu. 
Künyelerinizi boyunlarınıza takmayı unutmayın.
Yıllar sonra yapılacak kazılarda kimin kim olduğu belli olsun istiyordu tarih. 
Lavlar yılan gibi kıvrılarak Pompei’ye akıyordu. 
Halk heyecanla kendilerini çatılarından sokaklarını dolduran lavların içine bırakıyordu. 
Biri kurbağalama yüzüyordu, biri sırt üstü. 
Ölüm melekleri yoğun çalışıyordu. 
Aldıkları ruhların boyunlarına yaftalarını asıp kanatlı otobüslere bindiriyorlardı.
Çekirdeklerimizin çıtırtısı kesilince biz de kalktık.
Mangalı yaktık.


[ izzet koçak ]

@m_clk'ye

Adlandırılmayan


ADLANDIRILMAYAN

Babasının istediği su terazisini getirmek için evden çıkarken, kâğıttan uçağını katlayıp kanatlarından iç cebine koydu. 
İkindi güneşine doğru yürüdü. 
Gözleri kısıldı. 
Alnı kırıştı. 
Öğretmeni çıktı kahveden. 
Boynunda kravatı, sınıfa girdiğinde asardı askıya.
Dışarıda çıkarmazdı boynundan.
Selim, izbarço bağı yapılmış halat, derdi öğretmenin kravatı için. 
İzbarço nedir, Selim de bilmiyordu, ben de.
Söylemesi hoşuna gidiyordu. 
Selim’le Tutunamayanlar’ı okuyorduk. 
Biz de adlandırılmayan kitabı yazalım, diyordu Selim.
Selim tuhaf biriydi.
Her gün saçma bir fikirle gelirdi. 
Benden başka onu kimse görmezdi.


[ izzet koçak ]

@bekleyisler'e

Sekte-i Kalp


[ SEKTE-İ KALP ]*

Kedi bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında ilerliyordu. Böyle tuhaf durumlarla karşılaştığında yaptığı gibi bir dilek tuttu. Yağmur durdu. Su kesildiğinde çeşmeden gelen tıslamayı andıran bir ses geldi gökyüzünden. Kedi silkelendi. Kaygıyla gökyüzüne çevirdi bakışını. Dilekle birlikte tuttuğu son nefesini verdi. Kedi çöpü karıştırmaya durdu. Doktor ölüm raporunu mühürledi: Sekte-i Kalp.

*[ izzet koçak ]

#mikroöykü166

Rukiye Canbolat'a

Beş Milli Patik Modeli


[ BEŞ MİLLİ PATİK MODELİ ]*

Bir çile ip alıp nar ağacının altına oturdu. Örmeyi düşündüğü patik için bir model düşünüyordu. Başlayalım da arkası gelir, dedi kendi kendine. Bahçenin ortasındaki kayanın üzerine konan kuş tuhaf sesiyle bir şarkıya başladı. Beş mille ördüğü güzelim patiğine bu bed sesli nursuz kuşu model koyacak değildi. Ertesi gün patik bittiğinde çıkan modele kendisi de şaşırdı biraz. Nar taneleri arasında tahta bir kuş duruyordu. Kuşun kalbinin olduğu yer de boş kalmıştı.

*[ izzet koçak ]

#mikroöykü177

olmuyor'a

Zaman Yok


[ ZAMAN YOK ]*

Dünya'ya sürgün edilmiştik. Bir dere kenarında oturuyorduk. Ben, üzülmeyin, dedim ayağa kalkıp, burada da toprak var, ateş var, su var, hava var. Herkes bana döndü. Burayı da cennet gibi yapabiliriz, diye ekledim. Ama zamanımız yok, dedi Selim. Nasıl zamanımız olmaz, dedim hayretle.  Çünkü, dedi, zaman daha sürgün edilmedi!

*[ izzet koçak ]

#mikroöykü255

@BDnmzblk'ye

Kedisever

[ KEDİSEVER ]* 

Tabureye oturmuş kucağındaki kedinin sırtını okşayarak gökyüzüne bakıyordu Selim. Dalmıştı. Kedinin tüyleri birden diken diken oldu. Tırnaklarını Selim’in etine geçirip kucağından atladı. Huysuz kedi, anın bütün keyfini kaçırmıştı. Şimdi soluğu patronun yanında alır, şikâyet ederdi kendisini kesin. Kaderden kaçılmaz, dedi Selim içinden, kovulmadan bari ben istifa edeyim.

*[ izzet koçak ]

#mikroöykü259

Betül'e

Araf

[ ARAF ]*

Sosun Gümüş'e

Dikiz aynasından bakınca kaza yerini gördü. Arabanın camını indirdi. Görevli meleğe bileti uzattı. Tek gelmişsiniz, dedi melek. Eşim, dedi Umut, hayatta kaldı. Bekleme salonuna geçip, eşinizi orada bekleyebilirsiniz, dedi melek, burada zaman çabuk geçer! 

*[ izzet koçak ]

#mikroöykü414

Hepsi Bir Rüyaymış


HEPSİ BİR RÜYAYMIŞ

Kübra Çakır'a

Hepsi bir rüyaymış, dedim içimden. Gözlerimi tavana dikerek yatakta uzandım bir süre. Sonra kalktım. Yatağı topladım. Lavaboya gittim. Elimi yüzüm yıkadım. Mutfağa geçip çay koydum. Yumurta haşlamak için kullandığım eski demliğe su doldurup içine iki yumurta bıraktım, onu da ocağa koydum. 

Bilgisayarı açtım. Almayı düşündüğüm küçük zeytinliğin fiyatına baktım. İç çekip kapattım. Fiyatlar çok yüksek ama her gün umutla bakıyorum. Denize yakın zeytinliklerin çoğu otel oldu zaten. Amcamın geçen yıl sattığı zeytinliğe yapılan otele de Zeytin Bahçesi adını vermişler hakaret gibi! O bahçede yüz yıllık ağaçlar vardı. Güzelim zeytin ağaçlarını kesmek için bir kiralık katilin vicdanına sahip olmak gerekir. Evet, para kimsede vicdan bırakmamıştı ya da vicdan herkesten önce paragöz olmuştu.

Meteor değil Metafor


METEOR DEĞİL METAFOR

Hasene Gün'e

Öğrenciler kürsüdeki hocalarını dikkatli bir şekilde dinliyordu. Hoca kendi sesinin şehvetine kapılıp coştukça coşmuştu. Kibri kara bir bulut gibi sınıfın üzerine çökmüştü. 

Orta sıralarda oturan bir öğrenci not defterini çıkarıp ‘bunalım’ yazdı. Sonra defteri kapatıp çantasına koydu. Pencereye baktı. Dışarıda inceden bir yağmur yağıyordu. Bulutlar koyu bir is gibi göğü kaplamışlardı. Hoca elindeki tebeşiri kürsüye vurup ‘meteor’ yazdı tahtaya. Kelimenin altına iki çizgi çekti sertçe. Ne demek olduğunu biliyor musunuz, diye sordu. Pencereden dışarıya bakan genç elini kaldırdı. Ama hoca sözü bir başka öğrenciye verdi. 

Zaman Atı

ZAMAN ATI

Irmak Güneş'e

Selim, Saat Teknolojileri ve Bilim Dalı’ndan mezun olduktan sonra amcasının desteğiyle yüksek lisansını yapmak için Avrupa’ya gitti. Saatler üzerine yaptığı okumalar sırasında karşılaştığı bir kitap onun Çin’e gitmesine vesile oldu. 

Çin’de bir saat ustasının yanına çırak olarak girdi. Yıllarca onun yanında saatler üzerine eğitim aldı. Ustası bu hasbi genci sevdi. Ona icazet verip, onun büyük üstatlar arasına girmesini sağladı. Selim, o yıl büyük üstatların yaptıkları gizli toplantıya ustasıyla katıldı. Toplantının yapıldığı yer Zaman Tapınağı adı verilen bir yerdi. Selim burada beş yıl kaldı.

Limon Kolonyası Kokan Uzaylılar


LİMON KOLANYASI KOKAN UZAYLILAR

Saklanarak'a

Uzay gemisi semalarımızda görününce tüm ülke savaş durumuna geçti. Kahvelerde suyumuzu alacaklarından, çay ocaklarında toprağımıza göz diklerinden, kafelerde de ruhlarımızı gemilerinin enerjisini sağlamak için yakıt olarak alacaklarından bahsediliyordu. Cami minberlerinden hocalar düşmana karşı inançlı olmamızı vaaz ediyordu. Ellerinde tırpanlar bulunan uzaylı görselleri ortalıkta dolanıp duruyordu.

Tabi gerçek kısa bir süre sonra anlaşıldı. Dostça bir ziyaret için gelmişlerdi. Herkesin içi rahatladı. Kimsenin de uzaylılarla dövüşmeye niyeti yoktu. Uzaylılar, ellerine limon kolonyası dökülüp gül lokumlarıyla karşılandılar. Siyasilerin uzun nutuklar attığı, halk oyunları ekiplerinin gösteriler düzenlediği törenlere katıldılar. Çok sıkıldıkları yüzleri olmadığı için pek anlaşılmıyordu ama bir gece sessizce ülkeyi terk ettiler. Giderken yanlarına sadece bir tırpan almışlardı hatıra olarak. Çünkü elden ele dolaşan resimleri çok görmüş, tırpana hayran olmuşlardı. 


[ izzet koçak ]

Sen Hiç Melek Gördün mü?


SEN HİÇ MELEK GÖRDÜN MÜ?

Nur Sena Tınmaz'a

Mataramdaki son yudumu da içtikten sonra çölde susuzluktan ölmem için gereken tüm şartlar oluşmuştu. Selim, bu düşünceme hemen muhalefet şerhi koyup, çıkmamış candan umut kesilmez, dedi. Çıkacak can benimki, dedim, sen keyfine bak. Bir süre hiç konuşmadan ilerledik. 

Selim, şu sedire otur da biraz dinlen, dedi. Oturdum. Buz gibi ayran getirdi. İçtim. Selim, ben öldüm değil mi, diye sordum. Yok, dedi, sadece şuurunu kaybettin. Kendime gelebilecek miyim, diye sordum. Cevap vermedi ama eliyle çölün ortasını gösterdi. Ilgımların arasından beyaz bir küheylana binmiş ölüm meleği geliyordu. Gözlerim yaşardı. Ne oldu, dedi Selim üzüldüğümü düşünerek. Ne olacak, dedim tuhaf bir coşkuyla, bu kadar yakından hiç melek görmemiştim.


[ izzet koçak ]