Felaket Tellalı


[ FELAKET TELLALI ]*

Bir süre şiddetli rüzgârın durağı yerinden sökmesini bekledim. Yerinden sökülen durak başımı ezecek ve oracıkta kapadığım gözlerimi öbür tarafta açacaktım.  Beyhude bir bekleyişti bu ne yazık ki. Durak başıma yıkılmayacaktı. Zira ben yatağımda mışıl mışıl uyurken ölecektim. Hem de hiç istemediğim kadar çok yaşadıktan sonra.

Yedi yıl sonra bir fırtınada şimdi beklediğim şey olacak. Durak yerinden kopup yola savrulacak, bu sırada da bir adamın başını ezip geçecekti. O adam, ilçenin bir dönem belediye başkanlığını yapmış demir tüccarının amcasından başkası olmayacaktı. Bu durağında demir tüccarı belediye başkanının şehrimize armağanı olduğu belediyeyi dava ettiklerinde ortaya çıkacaktı.

Rüzgâr bir süre sakinleşip sonra aniden şiddetleniyordu. İyi bir yumruk vurmak için geri çekilen bir boksör gibi rakibinin gardını düşürmesini bekliyor, sonra sağlı sollu yumruklarla rakibine nefes aldırmıyordu.

Durakta bekleşenler tavuklar gibi birbirine sokulmuştu. Rüzgâra karşı savunmayı birbirlerine sokulmakta bulmuşlardı. Bir ileri bir geri dalgalanıp duruyordu küçük grup. Rüzgârın şiddeti, derinlerden gelen uğultunun etkisiyle olduğundan çok daha fazla hissediliyordu.

Otobüs geldiğinde duraktaki herkes aceleyle içeriye doluştu. En son binen olmanın ayrıcalığıyla elektronik biletimi okutup ilerlemeye başladım. Belediye otobüsü boş sayılırdı. Kendime cam kenarındaki koltuklardan birine bıraktım. Rüzgâr tarafından iyice hırpalanan yolcular bitkin bir şekilde koltuklara gömülmüşlerdi.

Aynadan otobüs şoförünün mütebessim yüzünü görmesem her şey yolunda gidecekti. Bu havada bu yüz ifadesine sahip olmak her babayiğidin harcı değildi. İşi gereği değil, içinden gelen sıcacık huzur, yüzünde güller açtırıyordu. Keyfi yerindeydi. Murphy yasaları onun için şimdilik tam tersinden işliyordu. İşine gelip gidiyor. Ufak tefek şeyleri kafasına takmıyor. Çevresindekilerle iyi geçiniyor. İki evladına ve eşine gereken ilgiyi gösteriyor. Huzurlu günler geçiriyordu.

Şoförün yüzünde okuduğum bu mutluluk, benim kalbimi terletiyor, düşüncelerim kıymık gibi beynime saplanıyordu.

Bu da benim lanetim olmalıydı. Aynadaki mütebessim yüze yolculuğumun sonuna kadar bir daha bakmadım. Zira gördüklerim, daha fazlasını görmemi gereksiz kılıyordu.

Güleç yüzlü şoförümüzün hamile eşi bir vakit sonra ona bir erkek evlat daha dünyaya getirecek. Hastane yatağında mutlu mesut bir aile fotoğrafı çektirecekler. Fotoğrafta anne yorgun ama mutlu, kucağında kıpkırmızı, minicik bir bebekle gülümsüyor. Baba kolunu annenin omzuna atmış, yatağın kenarına oturmuş, yüzünde aynada gördüğüm o sıcak gülümse. Diğer iki oğulları hemen yatağın sağında fotoğraf makinesine sevecen yüzlerle poz veriyorlar. Büyük olanı ortaokul ikide, küçük olanı ise daha ikinci sınıfta okuyor. Büyük çalışkan ama oldukça haylaz, küçük ise sakin ve uyumlu bir çocuk. Fotoğrafta büyüğün gözleri fırıl fırıl dönüyor, aklında yeni bir haylazlık peyda oluyor. Küçük, annesinin kucağındaki kardeşine bakıyor, yeni gelen kardeşle birlikte pabucunun dama atılmasından dolayı endişeli, kıskançlığı fotoğrafa da yansımış. Ama kardeşini o anki kadar bir daha hiç kıskanmayacak.

Ve daha bir günlük olan bebek, ailenin saadetli günlerinin bittiğinin masum ama kara habercisi. Bir yaşına geldiğinde sürekli ateşlenip hastaneye götürülüp getirilecek. Bu seferlerin birinde kan tahlili isteyen doktorun yanlış istemi sonucunda gizli hastalığı kas erimesi ortaya çıkacak. Çocuğun gelişimindeki yavaşlıkta böylece bir anlam bulacak. Büyük hastaneler sonra daha büyük hastaneler… Evdeki neşe bulutlanmaya başlayacak. Doktorun diğer kardeşler için de tahlil istemesiyle, renkler iyice koyulaşacak hayatlarındaki. İki kardeşe de kas erimesi teşhisi konulacak. Şoför, çaresizlikle elleri arasına aldığı başını sağa sola sallayıp olanlara bir anlam veremeyecek. Yüzündeki kaslar gerilip kasılacak, o günden sonra o güleç yüzü görmek pek mümkün olmayacak.


İneceğim durağa geldiğimde tekrar aynada görünen yüze baktım. Yanına gidip olacaklar için şimdiden hazır olması gerektiğini söylemeyi düşündüm. Ama bu felaket tellalının yaka paça otobüsten atacağından emindim. 


*[ izzet koçak ]
#Anlatı

Birinci Şahsın Mektubu


[ BİRİNCİ ŞAHSIN MEKTUBU ]*

Sen,

Biliyorum, mektubunun üzerinde adının yazılı olduğu bir zarfın içerisinden çıkmasını daha çok arzu ederdin. Affet! Ya da bırak bunun acısını da tatsın gönlüm.

Beyaz kâğıtlar üzerine yazılar yazmayalı çok uzun zaman oldu. Elime kalem almayalı ne kadar zaman geçti farkında bile değilim. Çünkü her şeyi suya yazıyorum.

Sanırım birkaç yıldır görüşmüyoruz seninle.

Ben eski bir eşkıya, kendini çöllere vurmuş bir kaçak olduğumdan pek çıkmıyorum insan içine, iyi halden içerdeyim, diyorum.” İyi”nin içindeki “y”, büyük bir yalnızlığın ilk harfi olsa da. İnsanın içi almıyor, insanları! Bedenim dolaşıyor olsa da insanlar arasında, ruhum çöllere vurulmuş vaziyette.

Çölün ortasına kurulmuş bir kıl çadırda yaşıyorum, bir eşim ve bir oğlum var yanımda. Biri Güneş’im, diğeri Mâh’ım. Ben tüm çöllün derdini çekiyorum, onlarda benim derdimi. Çölde kum taneleriyiz, bazen çölü kaplıyoruz, bazen çöl bizi. Ben fırtınaların gözüne parmağımı soktuğumda onlar gönlümdeki tozları temizliyorlar. Onlar olmasa eksik olurdu bir yanım muhakkak.

Sonra ben, geceleri yıldızlara dersler anlatıyorum. Onlara dilden edebiyattan bahsediyorum. Bazen onlar benim dilimi anlamıyor, bazen ben onların. Ama birbirimizin ne söylediğini anlamasak da iyi şeyler söylediğimizi hissediyoruz. Susuyoruz, gönülden anlaştıklarımızla karşılıklı. Onlara harflerden isimler veriyorum: Ç, M, S, G, R…

İsim verdiğim yıldızları daha çok seviyorum. Bazen sadece onlarla konuşuyorum. Hatta onları tüm insanlara tercih edebilirim gibi geliyor gecenin karanlığında, çölün ortasında. Sonra kayıp gidiyorlar, sessiz sedasız. Onların yokluğuna alışmak zor oluyor. Yokluklarında karanlığa bıraktıkları kalbimde izlerini sürüyorum. Dualarıma ekliyorum isimlerini, isimleri var oldukça dilimde, gönlümdeki yerleri de silinmeyecek diye biliyorum.

Belki unutmuşsundur; ama hala dualarımın başucundasın.

Budur eşkıyanın son durumu, belki başka mektuplar da yazarım sana. Ama gece çöktü, ve karanlıkta eski de olsa bir eşkıya tehlikelidir.


*[ izzet koçak ]
#Anlatı