Bu Son Olsun!





Kahrolası bir yıl daha sona eriyor. Bir daha hiç görüşmeyecek olduğumdan arkasından konuşmamaktan başka yapacak iyi bir şeyim de yok.

Mazide kalanın insanda uyandırdığı o iyimserlik duygusundan hoşlanmadığım gibi gelecek günlerin daha iyi olacağı düşüncesi de beni hiç ırgalamıyor.

Benim ne geçmişten ne de gelecek olan yıldan hiçbir beklentim yok. Biliyorum hiçbir beklentimin olmamasının ne kadar büyük bir beklenti olduğunu. 

Sadece yaşayıp göreceğim. Görmez olsaydım diyeceğim çok şeyi gördü gözlerim ve algıda seçicilik gereği, gördüğüme sevindiğim hiçbir şeyin kıymeti kalmadı koyu kahverengi gözlerimde.

Hayatın anlamı üzerine ufak tefek umutla süslenmiş düşüncelerim vardı. Geçen yıl ile birlikte artık hayatın, anlamdan çok anlamsızlığa sahip olduğunu kabullendim. Beyhude bir özentiden başka bir şey değil hayatın bir anlamı olduğunu düşünmek, çünkü hayattaki tek anlamlı şey bu hayatın dışında.


Bu cümlede “son” olsun.

Nasreddin Hoca



Yaz ayları yavaş yavaş geride kalmaya başlamıştı, sonbahar kendisini iyiden iyiye hissettiriyordu. Evden çıktım, sokakta kimse yoktu; ama yazdan kalan bir gün doğmuştu. İnsanlar alelacele işlerini halledip evlerine çekiliyorlardı. Tedirginlik iyice artmaya başlamıştı. Moğol ve işbirlikçi canileri kimsede ne huzur ne de rahat bırakmıştı. Köyler basılıyor, insanlar katlediliyordu. Zulümden kaçanlar akın akın şehir merkezlerini dolduruyor. Bu da merkezlerdeki asayişi sarsıyordu. Düzeni sağlayabilmek oldukça zor oluyordu. Her gün hoş olmayan havadisler almak gönlümü oldukça daraltmıştı. Sabır diyor ve elimizden gelen gayreti göstermeye çalışıyorduk. Moğollara karşı direnişi güçlendirmek için çalışıyordum. Güçlünün yanına geçip sus pus olanlarla da aram pekiyi değildi.
İbrahim iki gün önce gelerek Konya’da adımın geçtiği bir toplantı sonrasında duyduklarını aktarmıştı. İbrahim öldürülmemden korkuyordu, beni korumak için burada kalmayı istiyordu. Yanında on kadar delikanlıyı da getirmişti. Ona böyle bir korumaya ihtiyacım olmadığını söyleyerek gönderdim. Kötü zamanlardaydık, kimin dost kimin düşman olduğuna dikkat etmek gerekiyordu. İbrahim yanımda olması onu açık hedef yapardı. Bu delikanlıyı seviyorum. Konya’da krallar gibi yaşamak varken o zor olanı seçti.
Camiye doğru hem yürüyor, hem de zihnimden bin bir düşünce geçiyordu. Yürüdüğüm yollar iyice bozulmuştu. Kapıların, pencerelerin, avluların, evlerin üzerine sinmiş olan bir bıkkınlık vardı. Her şey dökülüyordu. Her şeyin dengesi bozulmuştu. Denge bozulduğunda tedavi çabaları da fayda etmiyordu. İnsanların birbirlerine tahammülleri kalmamıştı. En ufak şeyler kavga ve tartışma sebebi oluyor. Kavganın çözümü için önüme geliyorlardı. Bazen bu hele bakıp içim kan ağlıyordu. Bir ülkenin geleceği, şu insanların kaderi karanlığa doğru kayarken şu adamların dertleri ne olmuştu. İyi ve güzel zamanlarda bunlar için mesai harcamak yormuyordu yaşlı gönlümü, lakin şimdi zor geliyor hem de çok zor. Buna rağmen yapılacak bir şey yok; büyüğünden ufağına sıkıntılarla boğuşmak gerekiyor.
Caminin yanındaki iki odalı hazireye geçtim. İç içe geçen iki oda caminin duvarına dayanıyordu. Ön odada kâtibim Hasan duruyordu. Davalarla ilgili defterleri tutuyor. Benim için ne gerekiyorsa o hallediyordu. Üç ay kadar önce Konya Sultanı beni kadılıktan azletti. Ancak yerime de bir kadı göndermedi. Moğol’un ağırlığı Konya sarayında fazlasıyla hissediliyor artık. Moğol’a karşı olanların isimlerinin üzerine kara kalem çekiliveriyor. Yerime biri gelmeyince ben de vazifeme devam ediyorum.
Hasan, kapıdan girmemle birlikte ayağa kalktı. Kapının yanında iki Ahi yiğidinin arasında iki adam duruyordu. Belli ki bir anlaşmazlıkları vardı. Ahi yiğitleri başlarında olduğuna göre anlaşmazlık kavgaya dönüşmüş ve Ahiler bunları ayırıp anlaşmazlık giderilsin, diye buraya getirilmişlerdi. Düzen sağlayacak devlet kuvvetleri ortadan kalkınca düzen bu şeklide korunmaya çalışılıyor. Hasan elimi öptü, iç odaya geçtim. Hasan havalansın diye pencereyi açmıştı. Pencereyi kapattım. Oda küçük sayılırdı on kişi içeri girse on birinciye oturacak yer kalmazdı. Başköşedeki minderime geçtim. Önüme rahlemi çektim. Sağ ve sol tarafta minderler, duvarlara dayalı yastıklar uzanıyordu. Yerde sade bir kilim.
Hasan yanıma geldi:
“Efendim, iki davalı kardeş var.” dedi, “Defterlere kayıtlarını yaptım. Arzu ederseniz içeri alayım” diye ekledi.
“Aralarındaki konu mühim mi Hasan?” diye sordum. Hasan sorumdaki maksadı anlamış olmanın mahzunluğu içerisinde şöyle başını yana eğerek, dudaklarını büktü ve gözlerini kaydırdı. Sonda da ekledi:
“Siz daha iyi bilirsiniz Efendim,” diye sorumu cevapladı. Hasan’ın bu tutumu aslında davanın pek mühim olmadığını gösteriyordu. Lakin ardından eklediği ‘siz daha iyi bilirsiniz’ deyişi, adaletin sağlanması gerektiğinin imasıydı.
“Çağır gelsinler o zaman,” dedim.


Yazma Ritüeli




Genel olarak, yazmaya yeni başlayanlar için yazarlardan öneriler, başlığı altındaki yazıları okumayı seviyorum.

Bunların bir ehemmiyeti olduğundan değil, sadece yazarların yazarken neler hissettikleri ve nasıl yazdıklarıyla alakalı merakımdan kaynaklanıyor bu okuma iştiyakı.

Sonra kendi yazma ritüelime bakıp bir öneri listesi çıkarsam nasıl olur, diye düşündüm. Birkaç maddesi şöyle olurdu.

1- Okumak varken yazmak gibi bir derdin içerisine düşmek hiç sağlıklı bir tercih değil.

2- Yazma hastalığına yakalandığınızı nasıl anlarsınız; başınızı yastığa koyduğunuzda zihninizden kâğıda geçirilmesi gerektiğinizi düşündüğünüz, kelimeler, öyküler, sahneler canlanıyorsa, artık iflah olmazsınız.

3- Yeterince yazdığınıza kanaat getirdiğinizde başınızı yastığa koyunca mışıl mışıl uyursunuz.

4- Yukarıdaki üç madde sizi hitap ediyorsa, başka maddelere ihtiyacınız yok, dünyada bulmuşsunuz belanızı daha ne istiyorsunuz.

5- Yazmaya başlarken "kusursuz yazmak" gibi bir niyetiniz varsa hemen yazmaktan vazgeçin, zira bir süre sonra kendiniz vazgeçmek zorunda kalacaksınız bu niyetinizden. Çünkü kusursuz diye bir şey yoktur, kusursuza ulaşma niyeti vardır. Ve siz ona yaklaştıkça o sizden uzaklaşacaktır. Bir bakıma kusurlarınız sizin üslubunuz olacaktır. 


Sürgün Lalenin Kokusu

Kurmaca Günlükler - VII 



Dili ne kadar akıcı, kelimeleri ne kadar kıvrak, zekâsı ne kadar zehir olursa olsun insan, anlayamadığı şeyi anlatamıyor da!

Ve anladığında artık önündeki tüm kapılar sonuna kadar açılıyor, setler yıkılıyor, fırtınalar diniyor.  İnsanın bir şeyi anlatması için susması bile yetiyor.

İşte kıyamet,  o en büyük susuşun adıdır; İsrafil’in Sur’dan üfürdüğü kadim sessizliktir o diriliş. 

Çünkü her şeyi anladığımızda hiçbir şeyi anlatmaya ihtiyacımız olmayacak.


Lalenin kokusuna kavuştuğu gün, biz üzerimizdeki tüm dünyalık kokuları terk edeceğiz.

Kimimiz cennetin kokularına bürüneceğiz, kimimiz cehennemin. Tanıdık kokular olacak besbelli. Lakin tek bilinmeyen koku sürgün lalenin kokusu olacak.

Çünkü lalenin kokusu cennetten çıkarılmayan tek şeydir.

Kokusunu cennette alıkonularak sürgün edilmiş tek çiçek, mahzun laledir. 


Bilinmez, belki insanlık sürgün lalenin kokusunu alsaydı bu dünyanın geçiciliği aklından hiç çıkmayacak, imtihan anlamsızlaşacaktı.

Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyanın dağdağası içinde dünyevileşip kaybolmayacaktı. Hep asıl yurduna dönüşün özlemini duyumsayacaktı ruhunda insan.

Sürgün lalenin cennette kalan kokusunun adı: özlemdir. Biz özlenmesi gerekeni unuttuğumuz için sürgündeyiz.


Lalenin bir kokusu olmadığına inananlardandım ben de. O zarif lale kokudan yoksun olarak yaratılmış sanıyordum.

Elimde belgelerim, burnumda kokusu hala yok, ama artık biliyorum ki lalenin de muhteşem güzelliğine yaraşır bir kokusu var: “Cennete özlem.” 

Yorgunluk Sendromu

Kurmaca Günlükler - V



Günlerdir aynı kelime dolanıyor dilimde. Yorgunum.

Her işe, her düşünceye, her şeye karşı büyük bir yorgunlukla direniyorum.

Ama yüzümden okunmayacak kadar büyük bir yorgunluk taşıdığımdan kimse ne kadar yorgun olduğumu göremiyor.

Bir insan bu kadar nasıl yorulabilir, diye soruyorum kendime.

Hangi hayat, hangi kelimeler, hangi düşünce, hangi hayal…? İnsanı altından kalkılamayacak bir yorgunluğa sürükler.

Yaşanmış bir hayattan daha çok yaşanmamış bir hayat, düşüncelerden daha çok düşüncesizlikler, hayalden çok kurgu yormuştur insanı  kelimelerin dünyasında.

Kalem kağıdın üzerinde yürüyemeyecek kadar yorgun. Parmaklar, klavyenin tuşları karşısında bilmem ki kaçıncı kez öylece duruyor.

Kelimeleri bir mükemmellik hülyası içerisinde yan yana getirmekten kaçıncı kez kaçınıyorum.

Kendi kurduğu kurgunun altında kalan bir yorgunluk bu, binlerce yılın, binlerce şehrin, binlerce akrebin emaneti bir yorgunluk.

Herkese yetecek kadar yorgunluğum var. Bu telaşınız, bu bitmek tükenmek bilmeyen arzularınız karşısında ben çok yorgunum, hadi siz gidin.

Yazılacak bir çok hikaye, yürünecek çok yol var biliyorum, ama ben yorgunum. 

Kafatası Yorgunluğu

Kurmaca Günlükler - IV



Aradığım cümleleri bulmakta çekmediğim zorluğu, o cümleleri bir araya getirip yazmakta çekiyorum.

Aforizmalar, özlü sözler dökülürken dilimden dolu gibi, su gibi akmıyor düşüncelerim, yağmur gibi yağmıyor.

Bir tutulma yaşıyorum, bir yorgunluk. Bir bin pişmanlık yaşıyorum sebepsiz.

Ve tembellik, katıksız bir tembellik tüm ruhumu sarıp sarmalamış vaziyette. Çabasız bir çabanın içerisinde kıvranıp duruyorum. Bir taş alıp atsam şeytanı alnının çatından vuracağıma inanıyorum, ama iş şeytanı alnının ortasından vuracak taşı aramaya geldiğinde en derin mezara gömülmüş gibiyim.

Hüzünlü ve bir o kadarda öfkeliyim.

Bana biraz müsaade edin, geri döneceğim; ama döndüğümde gittiğim kişi olup olamayacağımı ben de bilmiyorum. 

Meydanbaşı Mezarlığında Seçim Heyecanı





Bir şehrin en itibar ettiğim yeri mezarlıklarıdır. Ne en işlek caddesi ne herkesin tavaf ettiği alışveriş merkezleri ne mesire alanları ne de meydanları…

Şehrin ruhu, mezarlıklardır.

Seçim yarışının, mücadelesinin, kavgasının, gürültüsünün, rezaletinin, ölüm kalım meselesinin son günlerine yaklaştığımız şu günde yolum Meydanbaşı Mezarlığı’na uğradı.

Mezarlıktaki sessizliği görünce içeri dalıverdim. Ülke bir seçim iç savaşıyla çalkalanırken buradakilerin ölü sükûneti karşısında hayranlığımı nasıl ifade edeceğimi bilemedim:

Bir “fatiha” okudum kendime.

Mezarların arasında dolaşmaya başladım. Mezar taşlarındaki isimleri ve tarihleri okudum. Bunu yapmanın ömrü kısalttığını söyleyen birini tanıyorum.

Çok uzun yaşadığımı da düşünüyorum. Tam otuz dört sene!

Bu otuz dört sene boyunca her gün birileri öldü ve bu mezarlığa gömüldü. Belki yarın belki yarından da yakın bir günde ben de buraya ya da buna benzeyen bir mezarlığa defnedileceğim.

O gün tüm kalbimle şuna şahadet edeceğim, “Allah’ım sen her şeyi biliyorsun ve ben buna şehadet ederim.”

Güncel siyasete bir gönderme yapmayı düşünüyordum ama beceremedim sanırım.

Mezarlıktaki sükûnetten nasibimize düşeni alıp gidelim.

Ben Sultan Süleyman Han




Sultan Süleyman Han, Zigetvar Kalesi önüne Sokullu Mehmet Paşa’nın ısrarı üzerine hasta yatağından kalkarak gelir. Yol yorgunluğuna dayanamaz ve tekrar yatağa düşer. Yatağında Sokullu Mehmet Paşa’ya hayatını, zaferlerini, iç hesaplaşmalarını, sevinçlerini ve kederlerini anlatmaya başlar. Hayatının önemli safhalarını oluşturan; Belgrat’ı ve Rodos’u fethini, Macaristan Krallığı’nı iki saatte tarih sahnesinden sildiği Mohaç Savaşı’nı, Viyana önlerinden kederle dönüşünü ve ardından karşısına artık düşmanın çıkamadığı seferlerini anlatır.

O artık Cihan Padişahı’dır; çağının gördüğü en büyük savaşçı ve siyaset adamıdır. Savaş meydanında olduğu gibi siyaset satrancında da tüm rakiplerini mat eder. Kendisine ikbal verdiklerini, devletin bekası için gözden çıkarmaktan hiç çekinmez. Pargalı İbrahim Paşa’yı, kardeşi kadar sever ama kendi gözleri önünde boğdurur. “İktidar bir ateştir, tutanı da ışığında duranı da yakar!” der Sultan. Dünyaya nizam verirken, Anadolu’daki isyanların ateşiyle yüreğinin nasıl yandığını anlatır Sokullu Mehmet Paşa’ya.

Ve yüreğindeki en derin yaraya bir türlü temas edemez, sadece adını sayıklar, “Mustafa” der. Mustafa’ya reva gördükleri Sultan’ın derununda öyle bir yara açmıştır ki ancak “ah!” ile ifade bulur. Kendi hayatını anlatırken Sokullu Mehmet Paşa’ya nedense yaralarına hiç değinmez. Yalnız bir “ah” eder Yüce Sultan!

Ah, Sultan’ın diline gelmez ama yazarın dilindedir. Girer Sultan’ın kendisini anlatmasının arasına ve Mustafa’yı anlatır. Tarihin unutamadığı özel bir şehzadedir o, yazar onu her haliyle kitabına taşır. Çocukluğunu, gençliğini, yiğitliğini, halkın ve askerin ona olan hayranlığını ve sevgisini anlatır. Bir Cihan Padişahı’nın Şehzadesi arasında dolaşan fesadı gün yüzüne çıkarır. Bulanık suyu aralar. Lâkin her şey için çok geçtir, Mustafa babasının gözleri önünde son nefesini vermiştir.

Şehzadesi Mustafa’nın gözleri önünde katlini seyreden Sultan’ın alnında bu kara bir leke olarak kalmıştır. Yazar da bu lekeyi Sultan’ın en muhteşem yıllarının arasına koyup anlatarak, ona bu acıyı unutturmamak niyetini taşımıştır.

Hürrem Sultan’ı, Pargalı İbrahim Paşa’yı, Şehzade Mustafa’yı ve daha nicelerini, bu romanın sayfaları içerisinde bulacaksınız.



      İzzet KOÇAK, Ben Sultan Süleyman Han, Çağrı Yayınları, 352 sayfa, 2012 İstanbul.

Yalnızlık Kahvesi


Kurmaca Günlükler - III



Bir müddet öylece yürüdüm sokak sokak. Ayaklarım beni hep aynı sokaklara götürüyor. Az kullanılan o dar ve arka sokaklara. Derin bir hüzünle adımlıyorum sokakları. Kadim bir hüznün hüküm sürdüğü topraklardan geliyor çünkü gönlüm.

Söyleyecek söz bulamıyorum ne kendime ne kendimle ilgili başkalarına. Susuyorum uzun uzun uzun. Sustukça büyüyor içimdeki evren. Ve tüm yıldızları evrenimin birer birer karanlığa karışıyor usulca. Yalancı bir gülümseyişle bozmamak için uyumu arka sokakların kuytu karanlığında adımlıyorum adımı.

Adımın tüm yansımalarını çok zaman önce yitirdim. Aynalarla olan hasbihalimi de keseli bir o kadar oldu. Bazen dere kenarında su içerken görüyorum yüzümden geri kalanları hüzünle.

Hüznümü anlatacak yeterince kelime biriktirdim. Kargalar ve akreplerle dostluğumu pekiştirdim. Ve kendimi içmeye verdim. Her gün aynı yerde ve aynı saatte. Artık kahveci duvarda asılı duran kurmalı saati benimle ayarlıyor.

Kahveci ile eskiden az muhabbet ederdik şimdilerde hiç ediyoruz. Birbirimizi anlıyoruz. Bir orta kahve getiriyor bırakıyor masaya. Giderken ben de hüznümden biraz bırakıyorum.

Benim dışımda bir müdavimi yok gibi kahvehanenin, kim mezarlığa bakan bir kahvehaneye müdavim olmak ister ki! Bu dünyanın tüm renklerini gönlünde soldurmuş birinden başka.


Düş Günler


Kurmaca Günlükler - I




Yağmur yağmasını bekledim dışarı çıkmak için uzunca bir süre. Sonra yağmurun yağmasını bahane ederek evden dışarı çıkmadım. Evde kalmamı sağlayacak her bahane benim için kutsaldır.

Pencereden dışarıyı seyretmeye koyuldum. Yağmurda ıslanmadığın sürece yağmurun yağması iyidir, yazdım cama.

Televizyondaki ölüm haberlerini izledim, sahte bir sesle ah vah ettikten sonra mırıldandım; ölmediğin sürece tüm ölümler teferruattır.

Ne çok ölüyor bu yaşayanlar. Bir kez ölmeyi başardın mı geri dönüp bakmayacaksın hayata!

Ölürsem kimse benden bir daha ölmemi beklemesin. Yaşatmak için uğraşmasın kimse beni.  

Mesela ben her gün birkaç kere ölüyorum düşlerimde. Şimdi öldün, diyorum. Duruyorum öylece öldüğüm an’da bir süre; sonra yaşıyor olmanın verdiği bin hüzünle devam ediyorum bir müddet daha. Sonra yine, şimdi öldün! diyorum.  

Ölmüş olmamın ortaya çıkartacağı ya da çıkartamayacağı hengâmeyi düşlüyorum. Çoğu çok komik gelmekle birlikte düşlerimin, hakikati de hissediyorum; bir süre sonra hem de çok uzun olmayan bir süre sonra, ölümümün, yaşamam kadar hızlıca önemsizleşeceğini görüyorum düşlerimde.

Sıradan olmanın zorluklarını biliyorum. Bildiğim için tüm bu düş/günlüğüm zaten.

Kurmaca bir hayatın hakiki bir günlüğü olamayacağına göre, en mantıklısı hakiki olduğunu sandığım bir hayatın kurmaca bir günlüğünü yazmak.

Bu, kurmaca günlüklerin ilki ve sonuncusu; çünkü son başlangıcın içerisindedir.


2013 Yılında Okuduğum En Güzel 7 Kitap


Puslu Bir Düş - Murat Koçak

Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu

Amok Koşucusu - Stefan Zwing

New York Üçlemesi - Paul Auster

Kelebek - Henri Charriere

Ruhi Mücerret - Murat Menteş

Arkası Karanlık Ağaçlar - Nihat Genç



Kendi Sesini Aramak




Kısa sayılacak uzun bir süredir yazma eyleminden uzak duruyordum. Bu uzak duruşun öyle afili bir açıklaması da yok ne yazık ki.

Başladığım bir çalışma öylece orta yerde duruyor. O öylece boynu bükük beklediği için başka bir çalışmaya, küçük bir köşe yazısına yüz vermek, ona ihanet ediyormuşum hissine kapılmama neden oluyor. Bu hissiyat ile de yazdığım her satır bir başkasının sessiyle yankılanıyor zihnimde.

Kendi sesimi bulamamak her geçen gün beni hayatımın en önemli eyleminden uzak kalmama neden oluyor.

Yazmak hayatımın anlamı; çünkü yazmadığım her gün büyük bir yoksunluk hissediyorum. Dünya bir çöl oluyor, ben de çöldeki dipsiz kuyu.

Yazmak, ne kadar acı verir bir bilseniz müptelasına. Bir bilseniz yazmaya müptela olduktan sonra ondan uzak durmaya çalışmanın verdiği ıstırabı. Bu kadar ıstırabı çekmeme sebep ne? Bir ses!

Kendi sesimi arıyorum yazdıklarımda, ve bulamıyorum. Yazıyorum ve yok ediyorum.

Yok ediyorum. 

Okuma Listesi 2014


KİTAP AYRACI / SİMERANYA

  • Deniz Feneri - Virginia Woolf - Kırmızı Kedi (2014)
  • Aforizmalar - Goethe - Mayakitap (2014)
  • Yaratıcı Yazarlık Kursu - Hakan İşçen - Everest (2014)
  • İnci - John Steinbeck - Remzi (2014)
  • Bilinmeyen Değer - Hermann Broch - İthaki (2014)
  • İnci Gibi Dişler - Zadia Smith - Everest (2014)
  • İsmail - Reha Çamuroğlu - Everest  (2014)
  • Mimoza Sürgünü - Nazan Bekiroğlu - Timaş (2014)
  • Vahşetin Çağrısı - Jack London - Şule (2014)
  • Türkçe Dilbilgisi - Feyza Hepçilingirler - Everest  (2014)
  • Tembellik Hakkı - Paul Lafargue - Kırmızı Kedi  (2014)
  • Moğol Kurdu - Homeric - DK  (2014)
  • Yazma Sanatı - Stephen King - Altın  (2014)
  • Şairin Romanı  - Murathan Mungan - Metis  (2014)
  • Kadından Kentler - Murathan Mungan - Metis  (2014)
  • Lal Masallar - Murathan Mungan - Metis  (2014)
  • Milena'ya Mektuplar - Kafka - Panama  (2014)
  • Satranç - Stefan Zwing - Panama  (2014)
  • Ateşle Oynayan Kız - Sting Larsson - Pegasus  (2014)
  • Karanlığa Okunan Ezanlar - Nihat Genç - Cadde  (2014)
  • Hiç - Markus Suzak - Martı  (2014)
  • Ejderha Dövmeli Kız - Sting Larsson - Pegasus  (2014)
  • Amerika - F. Kafka - İthaki - (2014)
  • Doğudan Uzakta - Amin Maallouf - YKY  (2014)
  • Atala/Rene -  François Chateaubrıand - Ark  (2014)
  • Hacı Murat - Tolstoy - Akvaryum  (2014)
  • Şeytanın Kurbanları - Somerset Maugham - Kastaş  (2014)
  • Hurin'in Çocukları - Tolkien - İthaki  (2014)
  • Prag Mezarlığı - Umberto Eco - Doğan Kitap  (2014)
  • Kabil -  Jose Saramago - Kırmızı Kedi  (2014)
  • Renkli Peçe - Somerset Maugham - Kastaş  (2014)
  • Roman Sanatı - Milan Kundera - Can  (2014)
  • İstanbul Kriterleri - İbrahim Paşalı - Profil  (2014)
  • Yengeç Dönencesi - Henry Miller - Siren  (2014)
  • Roverandum - Tolkien - İthaki  (2014)
  • Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley - İthaki  (2014)
  • Galiz Kahraman - İhsan Oktay Anar - İletişim  (2014)
  • Beyhude Zamanlar - Mahmut Özkızıl - İzdiham  (2014)
  • Görmek - Jose Saramago  - Can  (2014)
  • Nerrantsula (Sokak Kızı) - Panait Istratı -  CK¹  (2014)
  • Efendi ve Uşak - Tolstoy -  CK¹  (2014)
  • Aurelia/Rüya ve Yaşam - Gerard De Nerval -  CK¹  (2014)
  • Yirmi Altı Adam ve Bir Kız - Maksim Gorki -  CK¹  (2014)
  • Pasifik Öyküleri - Somerset Maugham -  CK¹  (2014)
  • Doğudaki Hayalet  - Pierre Loti - CK¹  (2014)
  • Yanlışlıklar Güldürüsü - Shakespeare - CK¹  (2014)
  • Illuminations / Cehennemde Bir Mevsim - Arthur Rimbauld - CK¹  (2014)
  • Maria Magdalena - Friedrich Hebbel - CK¹   (2014)
  • Paris Sıkıntısı - Charles Boudelaire - [¹]Cumhuriyet Kitap  (2014)
  • Gün Doğmadan - Sezai Karakoç - Diriliş  (2014)
  • Yalnız Adımın Hayalleri - J. J. Rousseau - Arkhe  (2014)
  • Bir Sevgili Gibi Yaşamak - Leyla İpekçi - Timaş (2014)
  • Semaver - Sait Faik Abasıyanık - YKY  (2014)
  • İnsana Ne Kadar Toprak Lazım? - Tolstoy - Nar  (2014)
  • Kaşkarlı Mahmut'un Rüyası - Murat Koçak - Çağrı  (2014)