Bu Son Olsun!





Kahrolası bir yıl daha sona eriyor. Bir daha hiç görüşmeyecek olduğumdan arkasından konuşmamaktan başka yapacak iyi bir şeyim de yok.

Mazide kalanın insanda uyandırdığı o iyimserlik duygusundan hoşlanmadığım gibi gelecek günlerin daha iyi olacağı düşüncesi de beni hiç ırgalamıyor.

Benim ne geçmişten ne de gelecek olan yıldan hiçbir beklentim yok. Biliyorum hiçbir beklentimin olmamasının ne kadar büyük bir beklenti olduğunu. 

Sadece yaşayıp göreceğim. Görmez olsaydım diyeceğim çok şeyi gördü gözlerim ve algıda seçicilik gereği, gördüğüme sevindiğim hiçbir şeyin kıymeti kalmadı koyu kahverengi gözlerimde.

Hayatın anlamı üzerine ufak tefek umutla süslenmiş düşüncelerim vardı. Geçen yıl ile birlikte artık hayatın, anlamdan çok anlamsızlığa sahip olduğunu kabullendim. Beyhude bir özentiden başka bir şey değil hayatın bir anlamı olduğunu düşünmek, çünkü hayattaki tek anlamlı şey bu hayatın dışında.


Bu cümlede “son” olsun.

Nasreddin Hoca



Yaz ayları yavaş yavaş geride kalmaya başlamıştı, sonbahar kendisini iyiden iyiye hissettiriyordu. Evden çıktım, sokakta kimse yoktu; ama yazdan kalan bir gün doğmuştu. İnsanlar alelacele işlerini halledip evlerine çekiliyorlardı. Tedirginlik iyice artmaya başlamıştı. Moğol ve işbirlikçi canileri kimsede ne huzur ne de rahat bırakmıştı. Köyler basılıyor, insanlar katlediliyordu. Zulümden kaçanlar akın akın şehir merkezlerini dolduruyor. Bu da merkezlerdeki asayişi sarsıyordu. Düzeni sağlayabilmek oldukça zor oluyordu. Her gün hoş olmayan havadisler almak gönlümü oldukça daraltmıştı. Sabır diyor ve elimizden gelen gayreti göstermeye çalışıyorduk. Moğollara karşı direnişi güçlendirmek için çalışıyordum. Güçlünün yanına geçip sus pus olanlarla da aram pekiyi değildi.
İbrahim iki gün önce gelerek Konya’da adımın geçtiği bir toplantı sonrasında duyduklarını aktarmıştı. İbrahim öldürülmemden korkuyordu, beni korumak için burada kalmayı istiyordu. Yanında on kadar delikanlıyı da getirmişti. Ona böyle bir korumaya ihtiyacım olmadığını söyleyerek gönderdim. Kötü zamanlardaydık, kimin dost kimin düşman olduğuna dikkat etmek gerekiyordu. İbrahim yanımda olması onu açık hedef yapardı. Bu delikanlıyı seviyorum. Konya’da krallar gibi yaşamak varken o zor olanı seçti.
Camiye doğru hem yürüyor, hem de zihnimden bin bir düşünce geçiyordu. Yürüdüğüm yollar iyice bozulmuştu. Kapıların, pencerelerin, avluların, evlerin üzerine sinmiş olan bir bıkkınlık vardı. Her şey dökülüyordu. Her şeyin dengesi bozulmuştu. Denge bozulduğunda tedavi çabaları da fayda etmiyordu. İnsanların birbirlerine tahammülleri kalmamıştı. En ufak şeyler kavga ve tartışma sebebi oluyor. Kavganın çözümü için önüme geliyorlardı. Bazen bu hele bakıp içim kan ağlıyordu. Bir ülkenin geleceği, şu insanların kaderi karanlığa doğru kayarken şu adamların dertleri ne olmuştu. İyi ve güzel zamanlarda bunlar için mesai harcamak yormuyordu yaşlı gönlümü, lakin şimdi zor geliyor hem de çok zor. Buna rağmen yapılacak bir şey yok; büyüğünden ufağına sıkıntılarla boğuşmak gerekiyor.
Caminin yanındaki iki odalı hazireye geçtim. İç içe geçen iki oda caminin duvarına dayanıyordu. Ön odada kâtibim Hasan duruyordu. Davalarla ilgili defterleri tutuyor. Benim için ne gerekiyorsa o hallediyordu. Üç ay kadar önce Konya Sultanı beni kadılıktan azletti. Ancak yerime de bir kadı göndermedi. Moğol’un ağırlığı Konya sarayında fazlasıyla hissediliyor artık. Moğol’a karşı olanların isimlerinin üzerine kara kalem çekiliveriyor. Yerime biri gelmeyince ben de vazifeme devam ediyorum.
Hasan, kapıdan girmemle birlikte ayağa kalktı. Kapının yanında iki Ahi yiğidinin arasında iki adam duruyordu. Belli ki bir anlaşmazlıkları vardı. Ahi yiğitleri başlarında olduğuna göre anlaşmazlık kavgaya dönüşmüş ve Ahiler bunları ayırıp anlaşmazlık giderilsin, diye buraya getirilmişlerdi. Düzen sağlayacak devlet kuvvetleri ortadan kalkınca düzen bu şeklide korunmaya çalışılıyor. Hasan elimi öptü, iç odaya geçtim. Hasan havalansın diye pencereyi açmıştı. Pencereyi kapattım. Oda küçük sayılırdı on kişi içeri girse on birinciye oturacak yer kalmazdı. Başköşedeki minderime geçtim. Önüme rahlemi çektim. Sağ ve sol tarafta minderler, duvarlara dayalı yastıklar uzanıyordu. Yerde sade bir kilim.
Hasan yanıma geldi:
“Efendim, iki davalı kardeş var.” dedi, “Defterlere kayıtlarını yaptım. Arzu ederseniz içeri alayım” diye ekledi.
“Aralarındaki konu mühim mi Hasan?” diye sordum. Hasan sorumdaki maksadı anlamış olmanın mahzunluğu içerisinde şöyle başını yana eğerek, dudaklarını büktü ve gözlerini kaydırdı. Sonda da ekledi:
“Siz daha iyi bilirsiniz Efendim,” diye sorumu cevapladı. Hasan’ın bu tutumu aslında davanın pek mühim olmadığını gösteriyordu. Lakin ardından eklediği ‘siz daha iyi bilirsiniz’ deyişi, adaletin sağlanması gerektiğinin imasıydı.
“Çağır gelsinler o zaman,” dedim.


Yazma Ritüeli




Genel olarak, yazmaya yeni başlayanlar için yazarlardan öneriler, başlığı altındaki yazıları okumayı seviyorum.

Bunların bir ehemmiyeti olduğundan değil, sadece yazarların yazarken neler hissettikleri ve nasıl yazdıklarıyla alakalı merakımdan kaynaklanıyor bu okuma iştiyakı.

Sonra kendi yazma ritüelime bakıp bir öneri listesi çıkarsam nasıl olur, diye düşündüm. Birkaç maddesi şöyle olurdu.

1- Okumak varken yazmak gibi bir derdin içerisine düşmek hiç sağlıklı bir tercih değil.

2- Yazma hastalığına yakalandığınızı nasıl anlarsınız; başınızı yastığa koyduğunuzda zihninizden kâğıda geçirilmesi gerektiğinizi düşündüğünüz, kelimeler, öyküler, sahneler canlanıyorsa, artık iflah olmazsınız.

3- Yeterince yazdığınıza kanaat getirdiğinizde başınızı yastığa koyunca mışıl mışıl uyursunuz.

4- Yukarıdaki üç madde sizi hitap ediyorsa, başka maddelere ihtiyacınız yok, dünyada bulmuşsunuz belanızı daha ne istiyorsunuz.

5- Yazmaya başlarken "kusursuz yazmak" gibi bir niyetiniz varsa hemen yazmaktan vazgeçin, zira bir süre sonra kendiniz vazgeçmek zorunda kalacaksınız bu niyetinizden. Çünkü kusursuz diye bir şey yoktur, kusursuza ulaşma niyeti vardır. Ve siz ona yaklaştıkça o sizden uzaklaşacaktır. Bir bakıma kusurlarınız sizin üslubunuz olacaktır.