Kendine Ait Bir Ada


[ KENDİNE AİT BİR ADA ]*

Bin üç yüz seksen altı yıldır bu güzel ve şirin adada yaşıyorum. Zaten hep hayalimdi. Kendime ait küçük bir adada yaşamak.

Böyle güzel şeyler tabi ki hayatta iken insanın başına gelmiyor. Ölmesi gerekiyor. Ben de öldüm. Öyle şaşırmış gibi durmayın, siz şimdi bir ölüyle konuşuyorsunuz.

Bu, benim hayata döndüğüm anlamına gelmiyor. bunun tek açıklaması, siz de artık yaşamıyorsunuz, demektir.

Ölmekten hiçbir zaman korkmadım. Dünyaya karşı hislerim de öyle bağlılık derecesinde hiçbir zaman olmadı. Çünkü her gün birileri dünya gemisini terk ediyordu. Bu kadar bağlanacak ne olabilir di ki... Bugün değilse yarın terk edecektim ben de bir şekilde. Beni tedirgin eden tek şey, ölme biçimimdi.

Nasıl öleceğim, sorusu tüm sorulardan daha baskın bir hal alıyordu. Kendi ölümümü kendim seçmiş olsaydım, nasıl bir ölüm tercih ederdim. Bunu tabi ki düşündüm. Zira intihar etmeyi düşünmek gibidir bu.

Her intihar bir bakıma kendi ölüm biçimini seçmekle alakalıdır.

İlaç içmek, kendini asmak, suda boğulmak, bir kamyonun altına atlamak, yüksek bir binadan atlayarak yere çakılmak, kendini öldürecek birini tutmak vb. birçok yöntemi düşündüm. Ve hiçbirisi insanın kendi belirlemediği doğal ölümü kadar yaratıcı gelmedi. Zira Yaratıcı'dan rol çalmanın alemi yoktu.

Ben de sabırla bekledim ve bir gece yatağımda "huzur" içinde uyurken öldüm. Sabah huzur evindeki görevliler cesedimle karşılaştılar. Doktor raporuyla ölümüm kesinleşti.

Mezarıma konulduğum vakit aklımdaki tek soru: Kıyamete kadar burada nasıl bekleyeceğim, oldu. Kabir azabı çekecek miydim? Dünyadakiler yetmedi kabirde de devam edelim, diyebilirlerdi. Demediler.

Birkaç dakika sonra güzel bir boru sesiyle yerimden kaldırdılar. Mahşerde toplanmaya götürdüler. Tabi zaman burada dünyadan çok farklı işliyordu. Benin birkaç dakika dediğim süre dünyada sanırım on üç asır kadar sürmüş. Orası beni çok ilgilendirmiyor. Aslında burada benden başka beni ilgilendiren bir şey yok.

Mahşerde toplanma ve hesap görme işi gerçekten çok hızlı şekilde halledildi. Mahşere çıktığımda kalabalığa bakınca bu işlerin ne kadar sürede bitebileceğini düşünmemeye karar vermiştim. Çok çok uzun sürecek gibiydi ama öyle olmadı. Sorgu sual falan yapılmadı. Dünyadaki düşündüğümüz manada diyorum. Zaten mahşere çıkıldığı anda herkes hesabının ne olduğunu biliyordu.

İyi ve güzel işler yapanlar ile kötü ve çirkin işler yapanlar kendilerini biliyordu; Allah da her şeyi!

Beni daha sonra bu adaya getirdiler. Adayı gördüğümde hayran kalmıştım. Üç dönümlük bir arazisi vardı. İçerisindeki tek bina benim yaşayacağım, ahşap bina idi. Sade bir yapıydı. İhtiyaç duyabileceğim her şey düşünülmüştü.

Çok hoş bir kitaplığım vardı. İçerisinde harika kitaplar bulunuyor. Günümün çoğunu onları okuyarak geçiriyorum. Canım istediğinde bazı kitaplarda geçen olayların içerisine doğrudan bir karakter olarak katılabiliyorum.

Mesela, kahramanlarımız kafede oturuyorlar. Ben onlara kahve servisi yapıyorum. Ya da kahramanlarım çok önemli bir sorunla boğuşuyorlar ve çözüm için bir bilgeye danışmaya geliyorlar. Danışmaya geldikleri kişi ben oluyorum.

Çoğunlukla olaya dahil olmamaya çalışıyorum. Kitap okumak çok zevkli, cennette bile.

Sabahları erkenden uyanıyorum. Her gün çok dinç ve uykumu tam almış olarak kalkıyorum. Kahvaltıdan önce adada yürüyüşe çıkıyorum. Adanın etrafındaki yürüyüş yolunda bir tur atmam bir saatimi alıyor.

Kahvaltımı dünyadakine yakın lezzetlerle yapıyorum. İstediğim kadar yiyebiliyorum. Hiçbir şey yemesem de hiç açlık hissetmiyorum. Denedim. Yaklaşık yüz yıl kadar hiçbir şey yemedim. Hiç aklıma aç olduğum gelmedi.

Ben dünyada da tekdüze bir insandım. Burada da öyle olmak istedim. Kahvaltıdan sonra bir kitap alıp okuyorum. Kitabı bitirince sahile iniyor ve yüzüyorum. Dünyadayken yüzmeyi hiç sevmezdim. Burada dünyadaki o tedirginliği hiç hissetmiyorum. Saatlerce yüzebiliyorum.

Balık tutmaya gidiyorum. Her zaman çok leziz bir balık tutuyorum. Öğle yemeğim genelde bu güzel balıklar oluyor.

Adadaki küçük bahçemde her şeyi yetiştirebiliyorum. Küçük bir ekmek ağacım bile var. Bir ara buğday ekip, değirmeninde un öğütmüş. Fırında mis gibi ekmekler de pişirmiştim. Şimdi aynı ekmekleri ağaçtan topluyorum. Her sabah birkaç tane taze ekmek alıyorum ağaçtan. Burada ekmek yemenin hiçbir zararı yok. Burada hiçbir şeyin, hiçbir şeye zararı yok.

Akşam üzeri arkadaşlarla buluşup futbol oynuyoruz. Evet, adada yalnız yaşıyorum ama istediğim zaman arkadaşlarla buluşabiliyorum. Bunu istemek yeterli oluyor. Maçlarımız oldukça heyecanlı ve çekişmeli geçiyor. Herkes oynadığı oyundan zevk alıyor. Kimsenin sonuçtan dolayı canı sıkılmıyor, çünkü burada öyle bir duygu yok.

Can sıkıntısını ve kaygıyı almış olsaydık, dünya da cennete çok benzerdi.

Maçtan sonra oturup arkadaşlarla bir şeyler yiyip içiyoruz. Sohbet ediyoruz. Sonra herkes kendi yoluna gidiyor. Ben adama dönüyorum.

Yine kitap okuyorum. Kitap okurken çok hoş bir müzik geliyor kulağıma.

Gece yıldızları sayıyor ve uykuya dalıyorum.

Dünyada tatmadığım ve hiç kimsenin tadamayacağı şeyi burada hissediyorum:

"Mutluyum."

24.05.2016

*[ izzet koçak ]