Kar Kokusu


Bu yazıyı sadece sana ithaf ediyorum.




Karda ayak izlerini gördüm. Çıplakmış ayakların. Cesur ve mutmain izler bırakmışsın ardında.

Kar kokusu doluyor odanın içine. Pencereden iliklerime kadar işleyen bir soğukla birlikte. 

Sobanın üzerindeki su kaynamaya başladı. Beraber çay içecektik. Sobanın karşısında birbirimizin gözlerine bakacak, çaylarımızdan yudumlayacaktık.

Sen eskilerin masallarından anlatacak, isimleri saklayacaktın kendine. Ben isimleri söyleyecek, kıssaları saklayacaktım yüreğimde.

Kar kokusu başımızı döndürürdü. Saatlerce yürürdük kelimeleri yürüyüşümüze ortak etmeden.

Üşürdük sonra…

Kardan adam yapan çocuklara yardım ederdik.

Kardan adamın ömrünü bir yaramaz çocuk bitirir güneş çıkmadan. Bir adressiz saçma, kör eder sebepsiz serçeyi.

At kılından yapılmış tuzakları bozardık, çaktırmadan. Açlık, ölüm ve kölelik getirir tüm dünyaya. Bundandır dünyanın yarısından fazlasının açlık sınırının altında yaşaması. Köleler aç bırakılır, açlıkları köle olduklarını haykırır yüzlerine. Bir dilim ekmek köle eder özgür bedenleri. Özgürlük, ölüm getirir dimdik ayaklar üzerinde.

Ve tok efendiler merhamet elini uzatır, siyah bir kölenin üzerine.
Siyah bir ten ve beyaz el.
Dünyanın en çok gördüğü sahte merhametin resmi.

Benim tenim beyaz, seninki kumral; ama efendilerin tenleri yanında tüm renkler siyah.

Siyahı sevmen bu yüzdendi belki de. Siyaha karşı delice bir bağlılık taşıman. Ama geceyi sevmezdin. Kurt ulumaları yankılandıkça tir tir titrerdin. Beni de titretirdin. “Akif”i hatırlardık, rahmetle anardık.

O resmi gördüğün gece “Ölüyorum.” dedin. “Yaşamak ne acı veriyor.” diye ekledin. Ağlayarak girdin battaniyenin altına. Hıçkırıkların sardı soğuk odanın içini. Saatlerce sürdü hıçkırıkların.

“Suçu neydi o annenin,” diye bağırdın. Bir anne evladının gözlerine, ölümle boyanmış gözlerine, nasıl bakar, diye hıçkırdın. Bu acı bir anneye nasıl yaşatılır.

Sabah uyandığımda yoktun. Hesap sormaya gitmiştin tüm insanlıktan.

Karda ayak izlerini gördüm. Çıplakmış ayakların. Cesur ve mutmain izler bırakmışsın ardında.

Pencereden kar kokusu doluyor odaya. Ve sen gideli yıllar oldu.



İzzet Koçak - 1998

Öğretmenlik!





Dünyanın en çenesi düşük mesleğidir, öğretmenlik.

Ve kendisi mevzubahis olgunda, başka meslek erbabının en çok çenesini düşüren meslek de yine öğretmenliktir.

Öğretmenlik, toplumun büyük bölümünü doğrudan, geri kalanını ise dolaylı yoldan ilgilendiren bir meslek olduğu için, herkesin onun hakkında söyleyecek bir çift lafı mutlaka vardır.

Ülkemizde öğretmenlik sevilmez. Öğretmenliğin icracıları öğretmenler de yaptığı işi sevmez. Lakin başkalarının mesleklerine söz söylemesine içerler. Birden idealistleşir ve kutsal bir mesleğin mensubu olduğunu, söylemeye başlar.

Aslında başkalarının söylediği sözler, kendi söyledikleri sözün dönüp dolaşıp kendi yüzlerine vurulmasından ibarettir.

***

Toplum öğretmenliği sevmez; çünkü onu resmi ideolojinin enjektörü olarak görmüştür yıllarca ve devlet, bu mesleği toplumu dizayn etmek için acımasızca kullanmıştır.

Öğretmen, toplumun temel değerlerine karşı, vücuda akıtılan yeni ideolojinin şırıngası görevini üstlenmiş, müfredat ile üstlenmek zorunda bırakılmıştır. (Üslenmeyi düşünmeyenler de meslek dışına itilmiştir.)

Kendi geleneğine karşı bir şekilde yetiştirilmiş ve yetiştirdiklerini bu gelenekten uzaklaştıran öğretmen; toplum tarafından sevilmemiş, benimsenmemiştir.

Cumhuriyet ideolojisinin taşıyıcısı olan öğretmen, devletin topluma en yakın ve en ulaşılabilir yüzü olmuştur. Ama bu yüz hiç de sevecen değildir.

Toplum öğretmeni birçok haklı sebepten ötürü sevmemiştir, ama yine haklı onlarca sebepten dolayı öğretmenden çekinmiştir, korkmuştur.

Devlet öğretmenliği kutsamış ve tabulaştırmış; halk, devletin zorladığı onca "ideolojik" zorunluluk gibi bunu da kabul etmiştir. Kutsal bir meslektir öğretmenlik, ama çobanlık, ayakkabıcılık, çiftçilik, kaporta tamirciliği, kamyon şoförlüğü, çöpçülük ve daha nice meslek öğretmenlerin kendi ağızlarından çıkan ifadelerle aşağılanmış, hor görülmüştür. (Dikkat edin! Tüm kutsal meslekler, memurluklardır.)

(Ve gün gelmiş; yıllarca aşağıladıkları o meslekleri yapanlar, öğretmenliği de aynı aşağılamaya tabi tutmuşlardır.)

Ne zamanki “devlet iktidarı”, öğretmeni enjektör olarak kullanmaktan vazgeçti. İşte film orada koptu. Öğretmenlik, sırtını dayadığı ideolojiden ve o ideolojiyi din gibi kutsayan devletten mahrum kaldı.

Devlet artık “ideoloji havarileri” istemiyordu. Öğretmenler, boşluğa düştüler. İdeolojik argümanlarla doldurulmuş balonun havası alınınca ortada bir şey kalmadı.

Devlet, öğretmeni asli vazifesini yapmaya yöneltti ve öğretmenliğe sağladığı ideolojik kalkanı kaldırdı; bunun için de yaptığı reformlar, onlarca yıl sırtını devlete dayamış mesleği, toplum karşısında savunmasız bıraktı.

Savunmasız kalan meslek, kendini savunma refleksleriyle verdiği her tepkide daha da zor duruma düştü. Kendisini yüceltmek istedikçe daha da battı. Zira önceki yüceliği kendi özünden kaynaklanmıyordu.

Üstelik yukarda da söylediğim gibi, devlet ideolojik olarak, halkını küçümseyen dilini en çok öğretmenlik üzerinden ifade etti. Toplumu, giyiminden kuşamına, dilinden şivesine, gelenek ve göreneklerine kadar okul ve öğretmenlik üzerinden eleştirdi.

Devlet ideolojisi vatandaşına tek bir tip çizdi. Ve o tip, bu toplumun genlerine uymadı. Okulda verilen ile yaşanılan hayat arasındaki farklılık, travmalara sebep oldu.

***

Bu gün, öğretmenlik kendisini diğer meslekler içerisinde yeniden konumlandırma çabası içerisindedir. Tuhaf bir şekilde yaptığı işe sevmeyen ama yapmak zorunluluğu taşıyan bir kitleyle çalışmaktadır. Okul içerisindeki otoritenin sarsılması sebebiyle, öğretmenler çaresizleşti. En büyük dayanağı olan devlet iktidarı; öğretmeni, veli ve öğrenci karşısında yalnız bırakmakla kalmadı; bir de karşı tarafa geçti.

Mesleğin içine düştüğü durum, mesleğin icracısı öğretmenleri mızmızlaştırdı. Bu mızmızlık hali, bir noktadan sonra haklı haksız her durumda kendisini göstermeye başladı. Meslek adına bu da hep olumsuz bir geri dönüşe sebep oldu.

Bir başka açıdan bakıldığında da devlet öğretmenliğin genlerine işlemiş olan ideolojik otoriter eğitim anlayışını, öğretmenin elindeki tüm dayanakları alarak kırmaya çalıştı. Ancak bu noktada da öğretmenin asli işini yapmasını sağlayacak ortamı oluşturmasının imkânını da ortadan kaldırdı.

Son olarak, öğretmenlik bir meslek olarak asli işini en iyi şekilde yapmaya çalışan icracılar ile iyi bir noktaya gelecektir. İcracılar, emek ve gayretlerini akıttıkça, kısa vadede olmasa bile uzun vadede meslek, bulunmak istediği noktaya çıkabilir. Yoksa dış etkenlerle sağlanacak itibarın, bir kıymet-i harbiyesi olmayacaktır.


Ben Şehrin Kıyametiyim


(Anlatı)


Bir şehre girdim. Ayaklarım uzun yolların yorgunluğunu taşıyordu. Sözcüklerimin hepsini heybeme doldurup sustum. Kan kusup yoksunluğumu kimseye aşikâr etmedim. Sözlerimi seçip seçip attım kalbimin kuytu köşelerine.

Şimdi bir şehre giriyorum, bin şehri terk etmiş bir deli derviş olarak. Her şehirden tozlar taşıyorum üzerimde. Silkelendikçe çıkmayan, çırptıkça daha derine gömülen tozlar/izler.

 (Hiçbir hüzün karşılıksız değildir.)

Ve.
Her şehir bir mecburiyettir ilk girişte.
Girersiniz sokaklarında dolaşırsınız, onunla ilgili rüyalar görürsünüz, düşlere ortak olursunuz. Tozlarını yutarsınız. Kalbinizi kırar bir parçasını içine bırakırsınız. Sonra çıkıp gidersiniz.

Sonra.
Bir rüzgâr eser her şeyin üzerini çizen. Size bir parça anı bırakır, yalnız. Bir parça kalbinizin derinliklerine işlenmiş bir ânı.

Ve
Her şehir bir yankıdır geçmişten geleceğe.
Her şehir, diğer şehirlerden başka bir ruhun, başka bir karakterin kendisidir. Her şehir aslında bir insandır. Bir şehri anlamak, bir insanı anlamak kadar zordur.

Ve ben malayani derviş, binlerce şehir gördükten sonra, yeni bir şehre giriyorum. Günlerdir susuz, günlerdir açım. Düşler kadar büyük bir yolun kenarından geçip geliyorum. Şehrin kapılarının önünde durup beni yollara savuran düşü düşlüyorum. Yüzüm kalbimin, kalbim hüznümün emrinde.

Ardına düştüğüm düşün düşmanı olarak yeni bir şehre giriyorum; yıkmak için!

Beni hiçbir şehir reddetmek istemez, bende hiçbir şehri isteyerek yıkmam.

Şehre girerim, şehri çok severim. Şehrin beni sevmesini beklerim. Şehir beni sever, şehrin sevgisi önce beni zehirler; dönüşüm başlar. Zehir tüm vücuda yayıldığında ben şehrin hülyası olmaktan çıkar heyulası olmaya başlarım. Dervişin damarlarında dolaşan kan bir akrebin zehridir artık.

Birbirimizi, birbirimize o kadar ait hissetmeye başlarız ki şehir bilinmez bir yıkıma doğru gider. Yıkılır gözlerimin önünde saraylar, köşkler, çeşmeler; yıkılır şehrin umuda uzanmış minareleri.

Bir şehre girdiğim gibi çıkmam hiçbir zaman, ne şehir ne ben kalırım.

Şehri terk etme vakti geldiğinde, yıkılmış bir şehrin tozları kalır hain bir rüzgârın savurmasıyla omuzlarımda. Ve ben, şehrin surlarından usulca ayrılırım.

Her ayrılık bir yıkımdır. Lakin her yıkımdan sonra şehir yeniden kurulur. Eskinin külleri üzerine yeni bir şehir peyda olur.

Ama ben, malayani dervişin kırık kalbi hep kanar.

Usulca çıktığım şehirlerden sonra usulca başka şehirlerin sokaklarına dalarım. Ben, kapısından girdiğim her şehrin sevgi dolu kıyameti olurum.


Takım Elbiseli Derviş


[ TAKIM ELBİSELİ DERVİŞ ]*

Bedenimin içinde ruh diye bir akrebin dolaştığına dair yaygın bir kanaat oluşmuş ıssız sokaklarda. Sokaklar ki gün boyu yağmurdan başlarını gökyüzüne kaldıramayacak kadar yorgunlar. Bu yorgunlukları bir hayal dünyasında yaşatıyor onları. Yaşadıkları kadar gerçek, hayallerinin hepsi.

Bir söylentiye göre doğduğum günden beri burca tırmanan akrebin kaderini ruhumda taşıdığım söyleniyor. En son sokakların diline düştü bu söylenti. Oysa ben elleri ceplerinde dolaşan takım elbiseli bir dervişim. Akreplerle olan tüm hasbıhalim düşüncelerimin günde binlerce kez bir akrep dansına eşlik ediyor olması.

Ben, bir akrebin son zehrini kendine sakladığı düşüncelerin bekçisiyim. Düşüncelerimden daha tehlikeli değil hayat diye, içinde otuz yıldır döndüğüm dünya. Issız sokakların hissettikleri bir akrep sancısının yansımasından başka bir şey değil. Binlerce düşüncenin tutuşturduğu alevden bir halkanın içerisinde kalmış akrebin sancısı benimkisi.

Benim neler düşündüğüme dair tahminler yürütüyormuş aynalar. Onlar tahminlerini yürütsünler, ben yürüyorum yağmurun saçlarımı okşadığı bir sokakta. Gözlerim yağmur yüklü bulutlarda, derin bir sukutun damarlarımda dolaştığını hissediyorum. Sükutum, konuşmamdan daha tehlikelidir. Çünkü tüm suskunluklar zehrini kendi içine akıtan bir ruhun varlığını gösterir.

Sokağa açılan pencereler, yağmurun kirlerini yıkamaktan bıkmadığı sokaktan bir dervişin geçtiğini gördüler. İçindeki binlerce isyanı dilindeki duaya teslim etmiş dervişin son zikri: İsyan.

Evet isyan! Vicdanın yaşadığının tek emaresi.

Vicdan, yaşayan bir ruhun son kalesi. O kale düşünce ölür tüm akrepler. İsyanını kendi ruhunda yaşayan bir dervişin düşüncelerinden besleniyor tüm akrepler. Bir vicdanı olması isyana teşvik ediyor tüm yerleşik düzenlerin karşısında dervişi.

Bir gece yarısı kendisine yağmurun eşlik ettiği takım elbiseli derviş, ellerini cebine sokmuş, dilinde isyan türküleriyle ıssız sokaklardan geçip giderken görülmüş.

*[ izzet koçak ]

#anlatı

Sinema 2016



Burada listelenmiş olan filmler, bir beğeni listesi değildir. Bu sadece sofraya konulmuş olanların sayılmasından ibarettir. 



İyi Halden İçerdeyim!




"Beni pek dışarılarda arama, sana iyi bir dost olacağımı da sanma, iyi birisiyim ve iyi halden içerdeyim."




İzzet Koçak'ı Sevmemek İçin On Sebep





"Artık bunları düşünerek beni sevmezsin umarım."



Herkes çevresindeki insanlar tarafından kabul görmek ve sevilmek ister. Bunun için bir sürü gerekli ve gereksiz şeyler yapar. Sevildiğini hissettiği zaman da mutlu olur.

Ben de işte bulunduğu ortamlarda sevildiğini hisseden ama bundan mutlu olmaktan daha çok huzursuzluk duyan bilmem ne kadar kişiden biriyim. Aynaya baktığımda sevilmemem için gerekli yüzlerce irili ufaklı sebep buluyorum. Bunlardan on tanesini burada yazıyorum. Artık bunları düşünerek beni sevmezsin umarım.

1- Karşımdaki kişiye dair hissettiklerimi açık yüreklilikle söyleyemem, düşüncelerimi söylemeye bu güne kadar nadiren cesaret etmişimdir. Genelde çevir kazı yanmasın havalarındayımdır. Gerçekleri söylemeye cesaretim yoktur. Hem korkak hem ikiyüzlü birini sevmek tamamen gereksiz.

2- Herkesin görüşüne saygı duyarım kılıfı altında bana anlatılan her şeyi ciddiye alıyormuşum gibi yaparım, ama aslında ciddiyetin “c”si yoktur. Fikirlerin kabul edilebilir gibi yaklaşıp, için için senin safça anlatışınla alay ederim. Söylediklerini ciddiye almayan birisine sevgi duymak ayrı bir alay konusu değil midir?

3- “Oscar”a adaylık roller keserim. Sen beni, seni en çok önemseyen, ciddiye alan ve dikkatle dinleyen kişi olarak görürüsün. Oysa ben karşımdakine “seni önemsiyorum” hissini veririm sadece. Sende bu zokayı yutarsın, oysa benim asıl amacım, senin içini boşaltmanı sağlayarak bana karşı savunmasız kalmanı sağlayacak ortamı hazırlamaktır. Seni zayıflatan birine hak ettiğinden fazla değer vermemelisin.

4- Karşımdaki kişinin zayıf noktalarını ve hangi durumlarda hangi tepkileri verdiğini çabucak kavramaya çalışırım. Bu süre zarfında karşımdaki kişiye nötr davranırım. Zatı çözdükten sonra onun üzerine oynarım, ve o bunu asla kolay kolay anlamaz. Bir şey sezmiş olsa da bunu benim iyi niyetime yorma gafletinde bulunur. Genelde bu zayıflık ya da tutumlarını onun güçlü tarafıymış gibi görmesini sağlayan öykücükler uydururum. Garibim kanar, bana her şeyi paylaşacağı "kendisi gibi" biri olarak bakar. Oysa büyük bir yanılgının içindedir.

5- Gözden ırak olan gönülden de ırak olur, temel felsefesine sıkı sıkıya bağlıyımdır. Gözümün gördüğü ve yakınımda olduğunuz sürece size değer veriyormuşum gibi yaparım. Araya bir mesafe girdiğinde sizi unutmuş olduğumu bile hatırlamam. Sevgiye layık biri araya ne kadar mesafe girse de –en azından arada bir- hatırlamalıdır değil mi?

6- Sorumluluğu üzerime alıyor gibi yaparım, böylece seni koruyorum havası veririm. Oysa düzenli ve tertipli olduğumu her fırsatta aşikar eden davranışlarda bulunurum. Hatta sen bile benim çok düzenli ve işini iyi yapan biri olduğum kanaatine kavuşursun. Mesela, sana yapılacak bir iş hakkında işin kısa yolunu tavsiye ederim, ama kendim bu kısa yolu asla kullanmam. Böyle bir durum ortaya çıktığında sorumluluğu üzerime alsam da aslında bunu seni korumaya yönelik yaptığım çok belli olur. Çünkü ben işi tam yapmışımdır. İkinci bir takdir sağlar bu bana, sende hatanın kendinde olduğunu düşünür ve bana karşı sevgi duyma gafletinde bulunursun.

7- Aradaki mesafeyi korumanın dostluğu uzun süre koruyacağı fikrini veririm sana. Aramızda bir duvarın olduğunu hep hissedersin ve bunun iyi bir şey olduğuna kanaat getirirsin. Bu bir aldatmacadan başka bir şey değildir aslında. Ara sıra sana bir sır veriyormuşum gibi hakkımda uydurduğum bir şeyi anlatırım ve sen onun üzerine dökülürsün, ve anlatırsın her şeyi. Bense gerçekte sadece yolu açmış ve kendim hakkında hiçbir şey anlatmamışımdır. Sen masumca kendini anlatırken ben zırnık koklatmamışımdır.

8- Bir konu hakkında benim bir bilgim olup olmadığını sorduğunda ya tamamen habersizmiş gibi ya da bir şeyler duydum ama tam olarak nedir bilmiyorum, derim. Amacın o şey hakkında senin düşüncelerini almaktır. Sen olayı ne kadar tarafsız anlatabilirsin ki ben alacağımı aldıktan sonra senin beklediğin yorumu yaparım. Dikkat et sert kırmızı çizgilerle konuşmam. Gerekirse yüz seksen derece dönebileyim diye. Böyle birini seveceğine git kendini damdan aşağı at.

9- Çok sıkıcı birisiyimdir, benim yanımda sıkıldığını hissedersin. Bunun sebebi, insanlardan uzak durmam ve çok fazla konuşmamamdır. Ketum biri gibi davranırım. Ketum birine her şeyi anlatabilirsin gibi gelmesi içindir bu yaptığım. İnsan bilmediği şeyden korkar ve ona değer verir, bir şey var bu adamda diye düşünür değer verirsin, bu büyük bir yanılgıdır.

10- Ve onuncu maddeye geldik. Yukarıdaki maddeler sanırım yeterli olmuştur biraz düşününce beni sevmemen gerektiği konusunda. Yetmediyse işte onuncu madde: Mütevazı görünür ve mütevazılığımla alay ederim. Herkesin benimle iyi geçiniyor olmasının problemli olduğunu söylerim. Benim bu hareketlerimin art niyet taşıdığı vurgusunu yaparım. Bir şeyler yanlış ama ne, der dururum. Sende buna kanar, kusursuzluğumun bir kusur olduğu kanısına sahip olursun. Kendini bilen bir adam gözüyle baktığın bana, sevgi duyarsın ve işte orada harbi yanılmışsındır.

İşte beni sevmemeni sağlayacak yeterince sebep, buna eklemeler de yapabilirsin yorum bölümünü kullanarak. Yok; ama hala sen benin iyi niyetli biri olduğumu bunları da işin gırgırı olsun diye yazdığımı düşünüyorsan, Allah iyiliğini versin…





2012 Yılında Okuduğum En Güzel 7 Kitap


Hobbit - Tolkien

Amat- İhsan Oktay Anar

Mezbaha No: 5 - Kurt Vonnegut

Günlerin Köpüğü - Boris Vian

Gidiyorum Bu - Ah Muhsin Ünlü

Kutsal Mahpus Ebu Hanife - M. Necati Sepetçioğlu

Postallı Kızlar - Murat Koçak



Okuma Listesi 2013


KİTAP AYRACI / SİMERANYA

  • Puslu Bir Düş/Şedde ve Seyyah - Murat Koçak - Çağrı
  • Suçlu Dedektif - Murat Koçak - Çağrı
  • Kundaktaki Ermiş/Mirdad - Mihael Nuayme - Kaknüs
  • Elif - Poulo Coelho - Can
  • Sonuncu İbn-i Serac'ın Maceraları - François Chateaubrıand - Ark
  • Şato - Kafka - İthaki
  • Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu - Timaş
  • Alamut'a Dönüş/Güvercin Gerdanlığı - Ernst W. Henie - Yurt Kitap
  • Kelebek - Henri Charriere - e yayınları
  • Aşk ile Hain Kardeş - Süleyman Çobanoğlu - Merdiven Kitapları
  • Namazı Dosdoğru Kılmak - Faruk Beşer - Nun
  • Yobazlığa Övgü - Süleyman Çobanoğlu - Merdiven Kitapları
  • Esma-i Hüsna 1 - Mustafa İslamoğlu - Düşün
  • İtiraflarım - Tolstoy - Kaknüs
  • Yeraltından Notlar - Dostoyevski - Şule
  • Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 2- Celaleddin Vatandaş - Pınar
  • Ramazanname - Fatma K. Barbarosoğlu - Timaş
  • Büyücü -  John Fowles - Ayrıntı
  • Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 1- Celaleddin Vatandaş - Pınar
  • Görünmeyen -  Paul Auster - Can
  • Kur'an-ı Kerim Meali  / Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri - Mustafa Öztürk - Düşün
  • Sessiz Ev -  Orhan Pamuk - İletişim
  • Tasfiye (Edebiyat ve Düşünce Dergisi) Mayıs-Haziran
  • New York Üçlemisi - Paul Auster - Can
  • Amok Koşucusu - Stefan Zweing - Can
  • Cehennem Günlüğü - Eugene İonesco - Kaknüs
  • Yitik Hüzün - Ali Çolak - Zaman Kitap
  • Yeni Hayat - Orhan Pamuk - İletişim
  • Dorian Gray'in Portresi - Oscar Wilde - Can
  • Abonoz Kule - John Fowles - Ayrıntı
  • Ruhi Mücerret - Murat Menteş - Aprıl
  • Babamın Bavulu - Orhan Pamuk - İletişim
  • Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck - Sel
  • Firarperest - Elif Şafak - DK
  • Hırsız ve Köpekler - Necip Mahfuz - Turkuaz
  • Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf - İletişim
  • Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell - Can
  • Efsane - İskender Pala - Kapı
  • Ağaçkakan - Tom Robbins - Ayrıntı
  • Surat Asmak Hakkımız - İsmet Özel - Şule
  • Ağaçkakan - Tom Robbins - Ayrıntı
  • Yalnız Efe - Ömer Seyfettin - Bilgi
  • Beyaz Kale - Orhan Pamuk - İletişim
  • Kargaların Ziyafeti / Kısım 1 - George R. R. Martın - Epsilon
  • Kitap Hırsızı - Markus Suzak - Martı
  • Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater - Kurt Vonnegut - Dost
  • Yüreğinin Götürdüğü Yere Git - Susanna Tamaro - Can
  • Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk - İletişim
  • Oburlar ve Asalaklar Kitabı - Şihabuddin El Akfeshi - Şule
  • Arkası Karanlık Ağaçlar - Nihat Genç - İletişim
  • Kara Kitap - Orhan Pamuk - İletişim