Tekkedeki Kedi


Güzide Demirhan’a


Mahallede dolaşıyordum. Meydanbaşı Camii’nin aylardır hışırtısı kesilmeyen hoparlörlerinden iman efendi sala okumaya başladı. Ses bir kesilip bir boğuklaşsa da verilmek istenen mesaj anlaşılıyordu. Bugün bir cenaze kalkacaktı mahalleden.

Avcı atalarımın tüm genlerini taşıyor olsam da hazır yemek varken fare peşinde koşmayı mantıklı bulmuyorum. İşin aslı, aramızda kalsın, bugüne kadar hiç fare yakalamadım. Mahallede olmadıklarından değil, içim almıyor. Zaten ortalık zibil gibi yiyecek kaynıyor. Küçük bir mahalle olmasına rağmen kırk iki tane çöp kutusu var. En nezih lokantaların çöplerinde bulamayacağınız güzellikteki ev yemekleriyle ziyafet çekebilirsiniz bu mahallenin çöplerinde.

Zor durumda kalırsam penceresine tırmanıp iki miyavla bir tas süt alacağım evler de var. Gönlü geniş insanlar her yerdeler. Ben de onlarla iyi geçinmeyi öğrenmiş pis bir sokak kedisiyim!

Cenaze ikindiden sonra kalkacakmış. Yemek akşamı bulur, herhalde şehir dışından gelecek olanlar var, yoksa öğle namazından sonra işi bitirirlerdi. Şimdi akşama kadar aç dolaşmak olmaz. Canım etliekmek de çekmiyor. Bir başka cenazeye ya da düğüne artık!

Bu saatte bir tas süt verecek birini bulmalıyım. Selim kesin evdedir. Umarım dolabında da süt vardır. Hava zaten sıcak, sokakta dolaşılacak gibi değil, Selim’in bahçesindeki asmanın altında, karnımı doyurduktan sonra güzel bir uyku çekerim.

Selim yine bilgisayarın başında, durmadan bir şeyler yazıyor. Büyük kalın bir roman yazdığını anlatmıştı benim de yanlarında bulunduğum bir sırada arkadaşına. Yüzüklerin Efendisi diye bir roman varmış. Onun gibi destansı bir şey olacakmış yazdıkları. “Kediler de olacak mı?” diye sormuştum ama cevap vermemişti. Ben insanları anlıyorum ama onlar beni pek anlamıyor.

El âlem ne der, diye bir derdi hiç yok Selim’in. Cenaze, düğün bilmez; evden nadiren dışarı çıkar ve hep şu an olduğu gibi yazar da yazar. Kafasının içinde nasıl bir âlem var, anlamak pek mümkün değil. Selim'in kendisinin anladığından da pek emin değilim.

Selim'in penceresini bir iki tırmaladım, miyavladım. Bilgisayardan kafasını kaldırıp bana baktı, gülümsedi. Tekerlekli koltuğunu geriye itip kalktı, pencereye geldi. "Buyursunlar Derviş Bey!" diyerek beni içeri aldı. Atlayıp bacaklarına süründükten sonra tekli koltuğa geçip kıvrıldım. Selim’in evindeki yerim orası. Selim doğruca mutfağa gitti sütümü hazırlamaya. Leb demeden leblebiyi anlayan cinsten ama neden bu kadar asosyal orasını bilemiyorum. Belki de değil onu da bilmiyorum. Neyse...

Pis bir sokak kedisi olduğumu söylemiş ama adımı söylememiştim değil mi? Aslında bir tane adım yok, her sokakta, evde farklı bir adla çağırıyorlar beni. Selim, Derviş. Kazım Amcalar, Tekir. Elma Sokaktakiler Panter. Yeni yapılan apartmanın kapıcısı Tolga, Duman, diyor. Bunlar belli başlıları ama daha bir sürü ismim var, çoğunu ben de hatırlamıyorum. Ama soran olursa kendimi Derviş diye tanıtıyorum. Kimse sormuyor.

Selim, “Tekkedeki Kedi” diye bir öykü yazmıştı birkaç yıl önce. O zamandan beri bana Derviş der. Hu, diye mırıldanarak tekkede gezen mutmain bir kedinin öyküsüydü bu. Öyküyü benden esinlenerek yazdığından bahseder önüne gelene, önüne en çok bakkal Arif gelir. Onunla aralarındaki ortak tek konu benim. Bu tekli koltuğa uzandığımda çıkardığım mırıltı, dervişlerin hu’larına benziyormuş, bu da yazdığı öyküye ilham olmuş falan. Öyküyü bana da okumuştu. Hoşuma da gitmişti öykü. Ama ne yalan söyleyim, çıkardığım mırıltının hu ile uzaktan yakından bir ilgisi yok. Selim işte!

Bir tas sütle geldi Selim. Masanın yanına serdiği gazetenin üzerine bıraktı. Sütün içerisine ekmek de dilimlemiş adamım. Şapırdata şapırdata içmeye başladım. İnsanların şapırdatması hoş değil ama biz yapınca kulağa hoş geliyor. Sütü içtikten sonra tekrar tekli koltuğa çıkıp kıvrıldım. Tok bir mideyle uykuya daldım.

Rüyamda mahallede dolaşan, Derviş adında, pis bir sokak kedisiydim. Kendi salasını veriyordu Meydanbaşı Camii'nin imamı!..



Filinta dergisinde yayımlanmıştır


Kelimeler ve İzler

Foto: @krztjn_kwan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder