İmbat Reis



Hasan Kara'ya

Toplantıdan çıktıktan sonra sahile indim. İki simit aldım. Boş, kuşlar tarafında az kirletilmiş bir bank bulup oturdum. Yüzümü serin deniz rüzgârı okşuyordu. Uzun süren toplantıdan sonra bu iyi gelmişti.

Martılar attığım simit parçalarını kapmak için birbirinin gözünü oyuyordu. Biz de toplantıda böyleydik. Yeni gelen işi kapabilmek için yedi tasarımcı birbirimizin gözünü rahatlıkla oyabilirdik. Ama oymadık. İçimizdeki volkanları bastırıp, birer centilmen gibi, tasarımlarımızın sunumunu yaptık. Sorulara samimi bir gülümsemeyle cevap verdik.

Birkaç gün içerisinde kararlarını bildireceklermiş. On gün, yedi yirmi dört, bıçak setinin tasarımı için çalıştım. Süre biraz daha uzun olsaydı daha iyi bir iş çıkarabilirdim. Ama diğer tasarımları görünce içim biraz rahatladı. Benim tasarımım onlarınkinin yanında kusursuza yakındı. Bu rahatlıkla daha iyi bir sunum yaptım.

Sunumumun zayıf kaldığı tek yer, sete verdiğim isim sebebiyle oldu. Bıçak setine yüzüme vuran şu güzel rüzgârın hatırına Meltem ismini vermiştim. Bıçakların üzerine rüzgârın yumuşacık esişini andıran, göze hoş gelen dalgalar nakşetmiştim. Adamlar bıçak setine daha sert bir isim istiyorlarmış. Bunu yeniden değerlendirebileceğimi söyledim. Tabii ki tasarım daha öncelikli olduğu için içim rahat, isim konusu müzakere edilebilir. Hırçın papağanımın adını öneririm belki bu kez: İmbat! Böylece çizimleri yaparken hissettiğim duyguyu da kaybetmemiş olurum.

Eve vardığımda akşam olmak üzereydi. Mutfağa geçip tencereye sıcak su koydum. Marketten aldığım uzun makarnayı su kaynamaya başlayınca tencerenin içine boşalttım. Sıcak suyun etkisiyle makarna çubukları kendilerini salıp yılan gibi kıvrılmaya başladılar. Bir on dakika haşladıktan sonra makarnanın suyunu süzdüm. Salçalı bir sos hazırlayıp süzdüğüm makarnanın üzerine döktüm ve güzelce karıştırdım. Makarnayı salçasız yiyemem çünkü. Makarnayı dinlenmeye bırakıp İmbat’ın kafeslerinin bulunduğu salona geçtim.

İmbat, kafesin içerisine yayılmış televizyon seyrediyor. Bim’den aldığım karışık çerez paketini tabağına boşalttım. Ağzının içinde bir teşekkür edip çerezlere yumuldu. Canı bir şeye sıkılmış görünüyor ama konuşma havasında olmadığı da belli.

İmbat’ın salonda altı tane kafesi var. Yatma kafesi, spor kafesi, televizyon kafesi, bilgisayar kafesi, mutfak kafesi, misafir kafesi. İsimlerinden de anlaşılacağı gibi her kafesin kendi işlevi var. Kafeslerinin kapısı her zaman açıktır. Benim evime de büyük kafes diyor. Bununla yedi kafesi olmuş oluyor. Balkon kapısına onun rahatça girip çıkabileceği bir kapı daha yaptırdım. Canı istediğinde büyük kafese de rahatça girip çıkabiliyor, misafirlerini getirebiliyor. Tasarım çalışmalarımın çoğunda bana yardımcı olur. Zeki bir kuştur ifadesi onun için pek yeterli değil. Kuş kadar beyni olanın hangimiz olduğunu düşünmeden edemiyorum çoğu zaman.

Makarnayı tabağa koyup masaya geçtim. Acıkmışım, iki tabak makarnayı mideye indirdim. Çay koyup imbatın yanına geçtim. Koltuğa uzandım. İmbat hâlâ televizyondan gözünü ayırmıyordu. Bu durgunluk hayra alamet değildi.

“Neyin var,” senin diye sordum. Başını bana doğru çevirdi. Geldiğimden beri ilk defa bana dik dik bakıyordu. Bakışlarından tedirgin olmamak elde değildi. “Bir kusurumuz mu oldu İmbat Reis!” dedim çünkü sessizlik daha ağır gelmişti. Cevap vermek yerine televizyonu kapatıp kafesten dışarı çıktı ve göğsüme kondu. Koltuğa uzandığım için beni tuş etmiş vaziyetteydi. Eğri gagasını buruma dayadı.

“Geçen gün çatıda bulduğum gramofonu tamirciye götürmedin,” dedi öfkeyle. “Bana bir müzik kafesi sözün vardı,” diye de ekledi. Nasıl da unutmuştum. Mazeretler sıralamaya hazırlanırken kanadıyla ağzımı kapattı. “Yarın ilk işin bunlar olacak,” dedi kesin bir dille. Başımı salladım, göğüs kafesimin içerisindeki kalbim dehşete kapılmış, çırpınıyordu. Tabi siz İmbat’la göz göze gelmenin ne demek olduğunu bilmediğiniz için bu halimi anlamakta zorluk çekebilirsiniz.

İmbat, asırlar boyunca büyük korsanlara eşlik etmiş haşmetli bir soydan geliyor. Gözlerinde o ölümcül ışıltıyı gördüğünüzde yapmanız gereken tek şey, susmak ve isteğini yerine getirmek.

Ertesi gün sabah kahvaltısından hemen sonra evden çıktım. Doğruca gramofonu tamirciye götürdüm. Ustaya ne istediğimi anlattım. Ses sorun değilse, dedi usta, gerisi kolay. İçim rahatladı. Oradan İmbat’ın önceki kafeslerini aldığım yere gittim. Ellerinde istediğime uygun bir kafes olduğunu söylediler. Bir de telefon çalıp bıçak işinin tamam olduğu haberi gelse dört dörtlük bir gün olacaktı. O telefon gelmedi.

Kafesi salonda İmbat’ın istediği yere yerleştirdim. O köşenin akustiği daha iyiymiş. Gramofon’u özenle içine yerleştirdik. Prizden uzatma kablosu kafese elektrik de çektim. Gramofonun üzerine bir plak yerleştirip çalıştırdım. İyi iş çıkarmıştım. İmbat’ta beni tebrik etti. Sonra uçup gramofonun dönen plağının üzerine kondu. Usul usul dönmeye başladı. İmbat’ın kulağında ıpod’un kulaklıkları vardı.




iz/Öykü Atölyesi

Hasan Kara’nın Kelimeleri: İmbat, Gramafon, Kafes, Dalga, Bıçak.


Görsel: Glennz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder