Kaçış Planı



merkül'e

Hayatımda hiç okumadığım ya da okumayacağım kitaplara tanıtım yazıları yazarak geçiniyorum. Okuduklarıma yazarak geçinmem takdir edersiniz ki pek mümkün değil! Kitaplar tek tek yahut koliyle geliyor. Hakkında yazı yazılacak kitapların künye bilgilerini alıyorum ilk iş olarak, sonra arka kapak yazısını, kitap satış sitelerinde varsa kitap hakkındaki yorumları bir kenara not ediyorum. Bazen de kitabın sayfaları üzerinden kuş uçuşu geçiyorum. Gözüme takılan paragrafların üzerine konup göçüyorum.

Kitapla ilgili yazıyı hızla yazıyorum. Yılların tecrübesi mi bilmem artık, güzel bir yazı ortaya çıkıyor. Bir şey güzelse çoğunlukla kimse doğru olmasına bakmıyor, kitapların yazarları bile! Yeter ki bir yerlerde kitapları hakkında bir şeyler söylensin, reklamın iyisi kötüsü olmaz, diye düşünüyor olmalılar.

Editörlerim de durumdan çok memnun, yazdıklarım hakkında söyleyecek bir şeyleri çoğunlukla olmuyor. İşin takvim tarihinden önce teslim edilmesi onları mutlu etmeye yetiyor da artıyor. Bu beni de mutlu ediyor, banka hesabıma düzenli olarak bir şeyler yatırılıyor.

Buna rağmen entelektüel camiada hiç tanınmıyorum. Davetlere gitmiyorum. Konferans vermiyorum. Gizemli havam, işlerimi daha da artırıyor işin aslı. Adımdan başka entelektüel camiada e-posta adresim ve banka hesap numaram biliniyor.

Beni tanıyanlar da yanlış tanıyor. Karşıdaki bakkal beni mirasyedinin teki olarak tanıyor. İki sokak aşağıdaki manav ajan olduğumdan şüpheleniyor. Ev sahibim internetten dolandırıcılıkla geçindiğimi sanıyor, ev kirasını düzenli ödediğim için beni polise şikâyet etmeyi aklından bile geçirmiyor. Gerçeği kapıcımız biliyor ama o da hikâye anlatmayı sevdiğinden herkes hakkında herkese gerçek dışı hayat hikâyeleri anlatıyor. O mu beni, ben mi onu daha çok etkiliyorum bundan hiç emin değilim.

Kapıcı istediğim ekmek, çay ve domatesi vermek için zile basıyor. Kapıyı açıyorum. Poşeti uzatıyor. Sigaraya yine zam gelmiş, diyor. Ben sigara içmiyorum ki, diyorum. Sigara içmediğini biliyorum, diyor, içseydin açlıktan nefesin sigara kokardı, diye sanırım bir espri yapıyor. Kapıyı yüzüne kapatıyorum. Zira kapatmadığım sürece gitmeyeceğini yılların tecrübesiyle biliyorum.

İçeri döndüğümde e-posta kutumun ışığı yanıp sönüyor. Hemen tıklıyorum, e-posta demek, ekmek demek. Bir yayınevinin editörü, İstanbul şehir rehberi hazırladıklarını ve Galata Kulesi bölümünü yazıp yazamayacağımı soruyor. Bu da sorulur mu tabii ki yazarım. Hayatım boyunca Galata Kulesi'ni görmemiş olsam bile, İstanbul şehrini hiç sevmesem dahi onun hakkında güzel şeyler yazmayı becerebilirim.

e-postaya cevap yazıyorum. Editör, ayrıntıları gönderen bir e-posta daha gönderiyor. Dosya da bir sürü fotoğraf var. Bu iş bu kadar işte! Kahvaltıdan sonra yazmaya başlayabilirim ama iki kitabın tanıtım yazısı var. Öncelikle onları tamamlamalıyım.

Kahvaltımı yaparken bir yandan da tabletten galata kulesiyle ilgili ıvır zıvır bilgilere bakıyorum. Kuleye giriş 15 lira, bir bardak çay 6 lira… Küçük bir hesapla kulenin yıllık getirisini kabaca hesaplıyorum. İnsanın şu hayatta dikili bir kulesi olsa sırtı yere gelmez. Kulenin ve kuleden çekilmiş İstanbul fotoğraflarına bakıyorum. Benim için bir yere fotoğrafından bakmakla gidip bakmak arasında hiç fark yok. İkisinde de aynı şeyleri hissediyorum.

Kahvaltıdan sonra oturup iki kitabın tanıtım yazısını yazıyorum. Yazıda emek olarak hiçbir şeyden, kitapları okumak dışında, kaçınmıyorum. Tekrar okumaları, düzeltmeler… İki yazıyı beş saatte tamamlayıp e-posta ile isteyen dergilere gönderiyorum.

Kendimi ödüllendirmek için artık dışarı çıkıp yarım saat bisiklet sürebilirim. Ya da çocukluk aşkımın yolunu gözleyebilirim. Üzerimi değişip aşağı iniyorum. Bisikletin tekeri patlamış. Sorun değil bu, hâlâ yürüyebiliyorum. Yunus Emre parkına kadar yürüyorum. Parktaki banklardan birine oturuyorum. Masalardan uzak duruyorum. Zira masalar park işletmesine ait ve oturduğun anda bir bardak leş gibi bir çay önüne konuyor, içsen de içmesen de 1,5 lira. Cimri değilim, para harcamayı bilmiyorum sadece.

Bu sırada yanıma pusetli genç bir bayan gelip oturuyor. Yorulmuş, pusetin çantasından bir şişe İvriz su çıkarıp kana kana içiyor. Suyunu içip derin bir nefes aldıktan sonra bana dönüyor. Akıllı bir adama benziyorsun, diyor. Hayır değilim, dememi beklemeden devam ediyor. Bu bebekten kurtulmam gerekiyor. Ama sabahtan beri onu nereye bırakacağımı bulamadım. Her yerde güvenlik kamerası var. Bıraksam bile benim bıraktığımı hemen anlarlar, diyor.

Onu dikkatlice dinliyorum.

Derin derin soluk alıp veriyor. Şimdi bana bu bebekten kurtulmanın bir yolunu söyleyeceksin ve ardından iz bırakmadan ortadan kaybolmam için bana bir kaçış planı hazırlayacaksın.

Ona itiraz etmek içimden gelmiyor.

Cami avlusu olmaz, diyorum. Artık eskisi gibi değil oralar… Alışveriş merkezine bırakmakla arada bir fark yok! Nereye bırakırsan bırak, bebeğin gideceği yer, çocuk esirgeme kurumu. Buraya bile bıraksan öyle, diyorum. Telefonumdan polisi arar ve çocuğu onlara teslim ederim. Onlar da çocuk esirgemeye teslim ederler. Çocuğu en çok esirgeyeceğimiz yere kendi ellerimizle teslim etmiş oluruz.

Buna gönlüm razı olamazdı. Ne de olsa vicdan sahibi bir insanım, ve vicdanım işine geldiğinde çok pragmatik olabiliyor. Bebek, pusetin içinde sessiz sakin bizden çıkacak kararı bekliyordu.

Bebeği ben alabilirim, dedim. Genç kadın buna çok sevindi. Gözleri parladı. Boynuma sarılacak oldu ama onu engelledim. Bir şartla dedim, çocuğa bakmaya devam edeceksiniz. Bir anda gözündeki parıltı derinlere doğru kayboldu. Bu nasıl olacak, dedi gözlerindeki ışık titremeye başlamıştı.

Hanımefendi bebeği ben alabilirim, ama ona bakamam; bu yüzden ona bakacak birisine ihtiyacım var. Ona bakabilecek en uygun kişi de sizsiniz. İsterseniz benimle de evlenebilirsiz. Şu an medeni durumum buna müsait, tabii ki sizinki de uygunsa!

Genç kadın, pusetin kulpunu yakalayıp ayağa kalktı. Bana söyleyecek çok sözü varmış gibi geldi ama hiçbir şey söylemeden, burnundan soluyarak, kaçar gibi yanımdan uzaklaştı. Arkasından seslendim, yarın da buradayım.

Durdu. Sen iyice kafayı yedin, dedi. Adam gibi evlenme teklif etseydin, kabul etmek için bir an bile tereddüt etmezdim, ama sen... cümlenin geri kalanının duymadım. Öfkesini kısık sesle etrafa saçarak uzaklaştı. Öfkesini saçtığına göre rahatlamış olmalıydı.

Genç bayan benim çocukluk aşkım olur, karşılaşmamız da tesadüf değil. Her gün bu saatlerde bir bahaneyle evden çıkıp buraya geliyor, ben de onu burada bekliyorum. Birbirimize olan sevgimizi normal insanlar gibi gösterseydik, yeğeni yerine kendi çocuğumuz üzerine safsatalar üretiyor olabilirdik.

Parktan çıkıp eve dönüyorum. Yoldaki bir dürümcüden tavuk dürüm ve ayran alıyorum. Ne de olsa ben, tavuk dürüm yiyen ayran içen bir adamım!



İz/Öykü Atölyesi

Merkül’ün Anahtar Kelimeleri: Entelektüel, Galata, Çay, Bebek, Kaçış

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder