Sarmaşık Gülleri Çiçekçilik


Kübra Çakır’a (Makber Gülü)

Mandıranın kapısında kötü bir sürpriz bekliyordu beni. Bugüne kadar hiçbir iyi, sürpriz yapmamıştı zira. Parmağımı, parmak izi okuyucuya koyduğumda beni tanımadı. Beni tanımadığı için içeri giremedim. Önceki tecrübelerimden biliyorum ki bu işten çıkarıldığımın nazikçe bildirilmesiydi.

İdari bölümde, masalardaki çayların taze dumanları göğe ulaşmaya çalışıyordu. Ben kapıdan içeri girince herkesin gözü bana kaydı. Telepatik olarak anladım ki hepsi bana, “Olay çıkarma, sabah keyfimizi bozma, muhasebeye uğra, evraklarını imzala ve defol git!” diyordu. Beni tanımış olsalardı böyle gerilmek zorunda kalmazlardı. Ben, tepki göstermemeyi bir tepki biçimi olarak benimsemiş bir insanım.

Muhasebecinin odasına girdim. Masasının yanındaki sandalyeye oturdum. “Son bir çayınızı içerim,” dedim. Muhasebeci telefona uzanıp bir çay söyledi. Çaylar gelene kadar tek kelime etmedik. Muhasebeci önündeki kâğıt deryasından bir deste kâğıt çıkarıp imzalamamı istedi. Gösterdiği yerleri büyük bir uysallıkla imzalamam muhasebeciyi hem sevindirmiş hem de bana acımasına sebep olmuştu. Acımasının ikimize de bir yararı yoktu.

Çayımı içip muhasebeciye teşekkür ettikten sonra odadan ayrıldım. İşten atılmamın iyi sonuçları olabileceğini düşünerek binadan dışarı çıktım. Bir sigara yaktım. Burada işe girdikten sonra, süt ve süt ürünleri yiyip içemez olmuştum. Kimseye de yemelerini tavsiye edemiyordum. Bilmemenin hikmeti işte, bilince bazı şeyler boğazdan geçmiyor.

Neyse, imzaladığım kâğıtlar arasında sessizlik sözleşmesi de bulunduğu için şirkete zarar verecek herhangi bir açıklamanın doğuracağı zararı benim tanzim etmem gerekiyor. Şirketin bu politikasını saygıyla karşılıyorum. Bunu hatırımdan çıkarmamam gerektiğini kendime düzenli olarak hatırlatmaya karar veriyorum. Bu konuda konuşan iç sesimi de susturuyorum.

Şehir merkezine iniyorum. Belediyenin önünde yine eylem var. Seçim sonrası işten çıkarılan işçilerin doksan sekizinci gününü dolduran hak arama mücadeleleri! Mücadelelerini takdirle karşılıyorum. Hepimiz biliyoruz ki onlar işe girdiklerinde de birileri dışarı atılmıştı ve onlarda günlerce burada eylem yapmışlardı. Şimdi bu atılanların yerine de içeride çoktan üçüncü aylıkları almış işçiler çalışıyordu. Eylemin eylem yapmaktan başka bir anlamı yoktu. Hak da haksızlığın içinde can çekişiyor olmalıydı.

Bir süre orada durup eylemi izledim. Eylemcilerin yüzündeki umutsuzluğu bulunduğum yerden rahatça görebiliyordum. İlk günler alanı dolduran kalabalıktan şimdi bir avuç insan kalmıştı. Onlarında direnci bir süre sonra kırılacaktı. Birbirlerine sırtlarını dayamışlardı ve birer birer azalıyorlardı. Bazıları kendilerine olan saygılarından burada duruyor olmalıydı.

Karnım acıkmıştı. Önceleri de işten atılmış biri olarak tecrübe sahibiydim. Elimdeki parayı çarçur etmemeliydim. Bol bol dua etmeli ve âmin demeliydim bu süreçte.

Eylemcileri ardımda bırakıp Ulucami’ye gittim. Şadırvanda abdest aldım. Abdest almaya başlamadan önce yanımdaki hacı amcanın abdest alışını izledim. Değişen bir şey yoktu. Abdest hâlâ hatırladığım gibi alınıyordu şadırvanda. Tek unuttuğum şey, terlik almak oldu. Islak ayağıma çorap giymekten hiç hazzetmiyordum. Bir süre bekledikten sonra çoraplarımı giydim. Camiye girmeden önce tabelalardaki cenazelerin kimler olduğuna baktım. Benim yaşlarımda bir cenazede karar kıldım. Sonra içeri girdim. İçerisi serindi. Bir direğe sırtımı dayayıp oturdum. Düşünecek çok şey vardı ama hiçbir şey düşünmedim. Düşüncelerim bu mekanla olan bağıma saygı duymuyordu.

Ezan okundu. Öğle namazı kalabalık bir cemaatle kılındı. Namazdan sonra avluda bekleyen üç cenaze için cenaze namazı kılındı. Ben namaza başlamadan önce belirlediğim cenazenin ardında saf tuttum. Hakkımı helal ettim. Sonra bir daha ve bir daha!

Cenazeyle birlikte mezarlığa kadar gittim. Mezarı onu bekliyordu. Birkaç yakın akrabası, ikisi kardeşi olmalı, mevtayı mezara indirdiler. İlk kürek toprağın ardından saniyeler içerisinde mezar dolduruldu. İnsanlar, onu gömmek için birbiriyle yarıştılar. Çünkü geri dönmeleri gereken bir hayatları var! Ben bu kısımda biraz dışarıda kaldım. Gözlemci sıfatıyla bulunuyordum zira cenazede.

Cenazenin ardından beklediğim açıklama geldi. Cenaze yemeğimiz Camikebir Mahallesi’ndeki evimizde verilecektir. Herkes buyursun gelsin!

Herkesin içine ben de dâhil oldum. Cenaze evine gittiğini tahmin ettiğim bir arabaya “müsait mi?” diye sorup bindim. Arabanın camından dışarıyı seyrederek eve geldim. Yanımdakilerle konuşmadım, onlar da bir yabancının yanında konuşmadılar, hepimiz hüzünlüymüş gibi yaptık. Belediyenin taziye çadırı kurulmuştu. Masalar dizilmiş, üzeri kâğıtlanmış, ayranlar konulmuştu. Servisin ilk başlayacağı taraftan bir masaya oturdum. Bu esnada hocalardan birisi Kur’an okuyup, dua etti. Dua bitince herkesle birlikte “Amin!” dedim.

Etliekmekler geldi. Önce usul usul isteksizce yiyor gibi yapacaksınız, sonradan açılabilirsiniz, hatta limon bile isteyebilirsiniz, herkes kendini yemenin coşkusuna kaptırdığında bende öyle yaptım. Limonsuz yiyemiyordum çünkü. Ayranımı yanımdaki hacı amcaya verdim. Malum sebepten şimdilik içemiyordum ayranı! Böreklerde malzemeden kaçılmamıştı. İyi bir fırın tercih edilmişti. Etliekmek boldu; ikinci, hatta üçüncü kez masalara börek gelmişti. Karnımı iyice doyurdum. Semaverdeki çaydan aldım. Hüzünlü yüzümle bir köşeye çekilip çayımı içtim.

Böyle yerlerde kulak misafiri olmak çok faydalıdır. Biri size bir şey sorarsa misafirlikte öğrendiğiniz şeyler sizi kurtarabilir. Bu misafirlik beni işsizlikten kurtardı. Yanımdaki adamlardan biri, rahmetlinin patronuydu. Rahmetlinin ani ölümü, acilen yerine birinin bulunmasını gerektiriyordu.

Burada konuya girmem hoş olmazdı. İçimden saya saya saygılı olmayı öğrenmiştim. Bekledim. Adamları takip ettim. Ne iş yaptıklarını öğrenmem çok zor olmadı. Bindikleri aracın üzerinde Sarmaşık Gülleri Çiçekçilik yazıyordu. Bir başka kulak misafirliğinde rahmetlinin çiçekçide çalıştığını öğrenmiştim.

Çiçekçinin yerini tahminen biliyordum. Bir saat sonra çiçekçideydim. Büyük bir seraları vardı. İçeride birkaç kadın ve adam çiçeklerin arasında dolanıp duruyorlardı. Biri, içeri giren müşterilerle ilgileniyordu. Peyzaj işi yapıyorlardı ve iyi kazanıyorlardı sanırım. Patron, beni bir yerden gözünün ısırdığından ama çıkaramadığından söz etti. Ben de yeni elemanları olacaksam bunda sonra gözleriyle istedikleri kadar ısırabileceklerini söylemedim tabii ki!

Formaliteden soruların en can alıcısı, bu işte bir tecrübemin olup olmadığıydı. Serayı gösterdim ve rahmetli annemin çiçekleri çok sevdiğini, abartma olmazsa evimizde de zamanında seradaki kadar çiçeğin bulunduğunu söyledim.

Annemin bana işkence olsun diye odanın içinde dört dolanmış olan sarmaşığın yapraklarını tek tek sildirdiğinden, gece rüyalarıma giren sarmaşığın beni boğmaya çalıştığından, köküne kibrit suyu dökmek deyiminden yola çıkarak, sarmaşığın köküne çamaşır suyu döküp onu kuruttuğumdan hiç söz etmedim.

Güzel şeylerden bahsettim, karanfillerden, güllerden, zambaklardan… Yeni işime de işte böyle başladım.





İz/Öykü Atölyesi

Kübra Çakır’ın Anahtar Kelimeleri: Sarmaşık, Hikmet, Haksızlık, Hatır, Saygı…

Fotoğraf: trkn1980

2 yorum:

  1. Çok güzel bir çalışma olmuş. Çok başarılı buldum. Bir öykü ancak bu kadar güzel yazılabilirdi.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim Fatma Hanım.

    YanıtlaSil