Bo…
Boğ…
Boğul…
Boğulmu…
Boğulmuyorum ta bi ki!
Ben bu romanın başkarakteriyim, öyle hemen ölmemi
beklemiyordun herhalde. Ama yine de ölümden döndüğümü söylemeliyim. Yüzme
bilmediğim için kendime çok kızdım. Hacılar suyunu gidip yüzmemenin cezası
buydu: “Ölüme ramak kalmak!”
Hemen geri dönüyorum, vazgeçtim, insan geriye dönüp
durarak ne kadar ilerleyebilir. Çok şükür biz hep geriye bakarak gidiyoruz. Zira
yol boyunca kırık döktüklerimizi adam gibi toplamadığımız yüzünden arkamızdan
gelen karabasanlardan kaçmak için hep arkaya dönüyor ve karabasan yaklaşınca:
YOKSUN!
“Yoksun işte, yoksun işte,” diye tepiniyoruz.
““Yola dayanamamaları
bizim suçumuz mu?””
Her neyse artık, nefesim kesilip gözlerim kararmaya
başlamıştı. Tam boğulmak üzereyken suyun içerisine büyük bir helezon oluştu ve
beni içine çekmeye başladı. Sonra kendimi
bir yere girerken gördüm. Bu girişe kendimi iyice görüp, üstüme başımı
düzeltmem için dev bir boy aynasını yerleştirmişlerdi. Helezon balığın ağzını
kapatmasıyla durdu. İnanılmaz ama bir balığın karnındaydım.
İçerdeki sular bir anda boşaldı. Etrafa bakındım. Evet,
burası kesinlikle bir balığın karnı olmalıydı. Ama birazdan balığın karnında
görebileceğim kişiyi düşününce ayaklarım yerden kesilmeye başladı.
Bir peygamber ile bir balığın karnında karşılaşmak bu
roman için bile fazla fantastik.
Ben, bu şaşkınlık içerisinde balığın içinde dengede
durmaya gayret ediyordum. Bu kadar sallantı içerisinde insan nasıl kendine
gelebilir ki derken sanki motorlar durdu. Ve hareketlilik yavaşladı. Ne motoru
canım!
Yanıma doğru bir adamın yaklaşmakta olduğunu fark ettim.
Balığın karnının derinliklerinden elinde küçük bir el lambasıyla bana doğru
yaklaşıyordu. Hayır, hayır… bu bir el lambası değildi. Adamın bileğine sarılmış
bir yılan balığıydı. Ve adam onun kafasını sıktıkça hayvan ortalığı
aydınlatıyordu. Adam yanıma yaklaştı ve
kalkmam için yardımcı olmak için elini uzattı.
Ona hemen “Neredeyim ben?” diye sordum. Bana hafifçe
gülümsedi ve: “Şu an Mobidik’in içindesin.” dedi. “Hadi canım,” dedim
şaşkınlıkla. “Ya sen kimsin?” diye bir önceki soruma bunu da ekledim. “Zünnûn”
dedi, ve ben baş dönmesi ve göz kararmasıyla birlikte bayıldım. Düşerken
ağzımdan çıkan son kelimeyi çok iyi hatırlıyorum: “Balık Sahibi”
2 saat
1 saat 54 dakika
1 saat 43 dakika
1 saat 23 dakika
1 saat 16 dakika
1 saat 4 dakika
1 saat 1 dakika
53 dakika
38 dakika
31 dakika
27 dakika
23 dakika
17 dakika
12 dakika
9 dakika
4 dakika
1 dakika
Ve sıfır…
Gözlerimi açtım. Yukarıda geriye doğru ilerleyen saat
benim baygın olarak geçirdiğim zamanı göstermekte. Tam iki saat baygın
kalmıştım. Bunu bu kadar iyi bilmem seni çok şaşırtmışa benziyor. Lakin
uyandığımda başucumda duran saatin üzerine yapıştırılmış not kâğıdının üzerinde
“14.45’te bayıldı” yazıyordu. Şimdi ise saat 16.45 olduğuna göre benim baygın
olarak geçirmiş olduğum süre iki saate tekabül ediyor.
İki saatlik baygınlık dinlenmem için bana iyi gelmişti. Yattığım
yataktan şöyle bir doğruldum. Burası küçük bir gemi kamarasına benziyordu.
“Aman Allah’ım!” diye küçük çapta bir çığlık attım. Balık
gerçekten çok büyükmüş, bir gemiyi yutmuş ve ben şimdi yutulmuş olan geminin
bir kamarasındayım.
Sanmıştım!
Birkaç dakika sonra yanıma Zünnun geldi. Kapıyı açıp
içeri girdiğinde ne yapacağımı şaşırdım. Bir ayağa kalktım, bir oturdum. Eline
sarılmak için uzandım, geri çekildim. Allah’ım bu güne kadar hiçbir peygamberle
karşılaşmamıştım ki!
“Sakin ol,” dedi.
Ben çok sakinim demeye kalmadı.
“Ne getirdiysen ‘iman’ ediyorum, “ dedim. “Ben Ninova’lılar
gibi olmayacağım. Ben sana iman eden üçüncü kişiyim,” dememle birlikte odayı
Zünnun’un kahkası sarıverdi. “Ulan,” dedim,” bir peygamber böyle kahkaha atmaz
herhalde,” diye geçirdim içimden.
“Dostum kimden bahsediyorsun bilmiyorum ama çok kıyak
elemansın,” dedi. Bu güne kadar kurtardıklarımız arasında senin kadar beni
güldüreni çıkmamıştı.
“Sen Peygamber değil misin!” diye sordum.
“Bildiğim kadarıyla” değilim dedi.
“Yani sen balık sahibi Yunus Peygamber değil misin?” diye
tekrar sordum.
Elini omzuma koydu ve “Hayır!” dedi.
“O zaman bana gerçeği anlat” dedim.
Bir peygamberle karşı karşıya değildim. İyi ki de
değildim. Bütün peygamberleri insanüstü mahlûklara dönüştüren zihniyetimiz
karşısında, zihnime; kanlı canlı bir insan olarak bir peygamber görmek tedavisi
mümkün olmayacak tahribatlara yol açabilirdi.
Yukarıdaki cümlenin anlaşılması biraz zor oldu
farkındayım; ama düzeltmek için uğraşmayacağım.
Sonuç olarak:
Mobidik, bir denizaltının adıydı, benim Yunus Peygamber
zannedip kendinden geçtiğim zat ise denizaltının kaptanı Zünnun’du.
Tesadüfün bu kadarına da, pes doğrusu, denir.
*[ izzet koçak ]
#sürrealistöyküler4
Ama hocammm...
YanıtlaSilizzet hocam anların verdiği duygu ve hisleri çok iyi yansıtmışsın. Tebrik ederim. Teşekkür ederim benimle paylaştığın için. Seher Altay.
YanıtlaSil