Tufan



[ TUFAN ]*

Noel Babayla Cuma namazını kılıp, camiden ayrıldıktan sonra yolun karşısına geçmeye çalışıyordum.  Vızır vızır geçen develerden dolayı karşıya geçmem pek kolay olacağa benzemiyordu.

Deve fiyatları birçok kişiye çoktan hendek atlatmıştı. Bankaların deve kredileri düne kadar eşek almaya para bulamayanlara deve almak için mara sağlamıştı. Parası olmayıp marasıyla iş yapanların, cüzdanı boşken bu kadar borcu çok olanların yaşadığı bir memlekette, her şey güzel olmasında ne olsun!

Geçen gün bir bankanın önünde köle olmak için kayıt yaptıran ve bu adam iyi köle olmazsa onun yerine biz köle oluruz bankanıza, diyerek bekleşen adamlar gördüm. Köle olmanın modern adıdır kredi. Kefillik nedir, ona siz karar verin artık.

Dün bir hayırsever bir köle azat etti; işyeri, evi, eşyaları, karısı ve geleceği banka ipoteğinde olan bir adamın borçlarını ödedi ve onu azat etti. Bir eve başını sokmak ya da bir deveye binmek için bankalara kölelik etmeyi çok sevmiş olmalı bu insanlar. Ne de olsa deveyi yardan uçuran bir tutam ottur. Otunuz bol olsun.

Yola adımı atmıştım ki başımın üzerinden otuz beş derecelik açıyla bir yağmur damlası geçti. Yağmur damlası otuz beş parçaya ayrıldı ve otuz beş tohumun üzerine düştü. Tohumlar fidana ne yazık ki artık hiç dönüşmeyecekti ve bu damlalar Allah'ın rahmeti değil, şeytanları ile anlaşma yapmış demir kanatlı kuşların s.diğinden başkası değildi. Beni vurmamıştı, ama kederi üzerime sıçramıştı. Ve üzerimi temizlemeden namaz kılmam mümkün olmazdı. Bu kederi ne temizlerdi acaba!

Yol kenarına otuz beş tane tohumu bırakanların kahkahaları da hüzünleri de sahteydi, hem de sahteliği sekron kayması kadar aşikar, çin malı kadar ucuz.

Kürdî hicazkâr bir ağıt annenin dilindeki, ve bir annenin yüreğinden çıkan kelimeler, gözlerinden akan yaşlar dışındaki her şey sahtedir.

O bayraklar sahtedir, o çiçekleri solduran ideolojiler sahtedir, o ırklar sahtedir, bu yazı sonuna kadar sahtedir.

Gerçek mi istiyorsunuz, ben de gerçek diye bir şey yok! Gerçek diye bir şey yok!

 YOK!

Bu kadar kiri bu kadar yalanı ne temizleyecek, diye baktığımda gökyüzüne. Kara kara bulutların toplandıklarını gördüm, yüzleri çirkin ve şekilleri tuhaftı, gazap yüklü görülüyorlardı. Üstleri başları kötü görünüyor olsa da niyetlerinin iyi olduğunu anlamam için ilk damlanın düşmesi yeterli oldu. Birinci damladan sonra ikinci bir damla daha düştü. Bu damla erik büyüklüğündeydi, sonraki ceviz büyüklüğünde düştü. Önce birer birer düşen damlalar bu kez katlanarak artıyordu. Matematiği iyi olmayanlar için katlama hesabını ben yaptım:

2 -4 -8 -16 -256 -65536 -4294967296 -18446744073709551616 -3,4028236692093846346337460743177e+38 ∞

Ve hesap makinesi daha fazlasını çarpmak konusunda bana yardımcı olmamaya karar verdiğinde ben de onun bu kararına saygı duydum/duymak zorundaydım; zira benim ilkokul bilmem kaç seviyesindeki matematiğim bu rakamları okumaya yetmiyordu, yetmediği gibi yazmaya da yetmiyordu.

Matematik denen şey, bunları okumaya mı yetiyordu.  Aristo sırf modern görünmek için mi okulunun kapısına “matematik bilmeyen giremez” yazmıştı.  Öyle ise boşuna matematikle uğraşmış.

Kapıya, “başörtülü olan giremez” yazsaydı daha modern olurdu. Ne bilsin işte!.. Aptal Yunan:)

Yaşasın ırkçılık, yaşasın tufan…

Yağmur damlaları büyümeye devam ediyordu, en son cevizde kalmıştık değil mi? Devam etmeden önce yağmur damlalarının meyveler şeklinde yağması da ayrı bir güzellik. Devam, cevizden sonra, mürdüm eriği, kivi, mandalina, elma, portakal, ananas, karpuz ve karpuz büyüklüğünden sonra eve gitmek için yüzmem gerektiği için düşen dev damlalarının şekline bakmıyordum.  Evin balkonuna ulaştığımda bilinen yeryüzünün tamamı sular kaplamaya başlanmıştı. Dünyanın bilinmeyen bir yüzü daha var bunu biliyor musun?

Aynı senin ve benim gibi ikiyüzlü; çünkü sen ve ben bunu müstahakız.

Bu kadar kiri ne temizleyecek derken, ancak bir tufan temizler diye içimden geçirdiğime pişman olmama az kalmıştı ki üst kat komşumun yaramaz oğlu Nuh; elindeki kâğıttan gemiyle göründü. Gemiyi sulara doğru bıraktı. Gemi havada süzüldü, bir müddet sonra sularla buluştu. Sulara değmesiyle birlikte ay büyüklüğünde damlalar her şeyi sular altında bıraktı.

Kâğıttan gemiye tutunup kurtulmayı denemekten başka şansım yoktu. Bende sularla dolmuş olan balkonundan uzanıp gemiye zor güç yapıştım. Sular hızla yükseliyordu. Bulutlarla aramızdaki mesafe hızla azalıyordu. Her alanda hızla bir yükselişe çoktan geçmiş bulunuyorduk. Etrafımda sudan başka bir şey kalmamıştı. Suyun üzerinde ise kâğıttan gemilerden başka bir şey görünmüyordu, Nuh ise durmadan kâğıttan gemiler yapıyordu. Nuh açıkça malzemeden çalıyordu.

 Kızgın bir şekilde seslendim ona:

“Kağıttan gemiler batıyor Nuh!!!”  Nuh neredeydi ben kime nefesimin yettiğince bağırıyordum. Bu derya içerisinde kim kimi boğuyordu. Kim kimi dinliyormuş gibi yapıyordu.

Kâğıttan gemi çoktan su almaya başlamıştı ve ben;

Boğuluyorum…

Boğuluyor...

Boğul…

Boğ…

Bo…

*[ izzet koçak ]

#sürrealistöyküler3