Falan Filan Lan


[ FALAN FİLAN LAN ]*

Müstakil bahçesiz evimin kapısından çıktığımda beni öğrenci toplama kampına götürecek olan araca binmek için merdivenleri kullanmak istemediğimi fark ettim ve illüzyon kutusunu girdim. Kapağı kapattım, kapağı açtığımda artık üçüncü katta değil birinci kattaydım.

Dış kapıdan çıkarken çöp kovalarını karıştıran üç tane köpek balığı gördüm, sokak köpek balıkları oldukları üzerlerindeki pulların döküntüsünden anlaşılıyordu. Ama yine de onların önüne çıkmak istemedim. Elime bir taş alıp onu çöp kovasına doğru fırlattım, kovaya değen taşın çıkardığı gürültü köpek balıklarının oradan uzaklaşmasını sağladı. Bende rahat bir nefes alarak sokağa çıktım, beni öğrenci toplama kampına götürecek aracı beklemeye başladım.

Beklerken sokak köpek balıklarının çöp kovasının etrafında halkalar çizerek yeniden dönmekte olduklarını gördüm. Parçaladıkları bir çöp poşetinin içindekileri, birbirleriyle kavga ederek ve ortalığa saçarak yemeye çalışıyorlardı.

“Öğrenci Toplama Kampına Gider” levhası, minyatür bir  darağacına asılı olan araç beni almak için yanaştığında ben de araca yaklaşmıştım. Araca bindiğimde oturacak yer kalmamıştı, bu her zaman karşılaştığım bir durumdu. Önceki binenler koltukları kapmışlardı. Bana acıyan gözlerle bakıyorlar ama bu hallerini sadece gözleri değil gereksiz kelimeleri ile de ifade ediyorlardı. Ben de aracın boş koridoruna bağdaş kurup oturdum. Bir Hint fakiri iken parayı bulan bir Hint zengininden öğrendiğim yerden yükselme hareketini çekip iki karış yukarı yükseldim ve aracın içerisinde uçmaya başladım. Bu halimle, aslında asıl acınası olanların onlar olduğunu da göstermiş oluyordum. Onların yolculuk edebilmek için bir oturağa ihtiyaçları vardı, benimse hiçbir şeye!

Aracın hareket etmesiyle birlikte çantamın bin bir gözünden birine sakladığım kitabı çıkartıp okumaya başladım. Kitabın beni okuduğunu sadece ben biliyordum, ama herkes benim kitabı okuduğumu düşünüyordu. Kitabın beni okuması, benim onu okumamdan daha makbuldü. Zira her kitap okuyacağı adamı bilir.

Hareket ettikten kısa bir süre sonra aracın yanında bir mustang belirdi. Dörtnala gidiyordu, direksiyonunda eski Kızılderili Şefi, eski diyorum artık Kızılderililer kızıl değiller, kızıl olmaları yasaklandığından beri kendilerini beyaz olarak kabul ediyorlar. Onlar etmese bile herkes onlara beyaz oldukları imasında bulunuyor ve her sabah bunu gözlerine sokmak için “iyi ki beyazım” diye yemin çektiriliyor, beyaz çocuklarla birlikte kızıl çocuklara da. Kızılderili Şefi, mustangıyla bize el sallayarak geçip gidiyor.

Arabanın içinden bir ses “Bu Kızılderililerde son zamanlarda pek şımartıldı.” diye laflar gevelemeye başlıyor. Laflar uzayınca, sadece arkama dönüp geviş getiren canlıya bakıyorum, Salih Peygamberin devesi olunca bir şey söyleme gereği duymuyorum, nasıl olsa Yahudiler onu kurban etmemek için ellerinden geleni yapsalar dahi bir gün gelip her şey gibi o da toprak olacak. Ve büyük ihtimalle de bir Kızılderili ile mezar komşusu olacak.

Yukarıdaki ironik düşüncemi anlamayan sivri okuyucuya not: Deve senin babandır, sende o devenin köşeği.

Arabanın içerisindeki havanın giderek kirlenmesi sonucu oksijen ihtiyacı hasıl oldu. Bu da öğrenci toplama kampı yolcularının göz kapaklarının kapanmasını hızlandırdı. Çünkü oksijen azlığı göz kapaklarını açık tutan kurtçukların ölmesine sebep oluyor. Bu garip kurtçuklar, nasıl oluyorsa, temiz havayla birlikte yeniden canlanabiliyor.

Göz kapaklarının kapanmasıyla birlikte musiki dersi okutmanı, tiz bir perdeden horlamayı açıyor, bununla birlikte diğer okutmanlarda meşreplerine uygun horlamalarla musiki dersi okutmanına eşlik ediyorlar.

Beraber ve solo horlamalar öğrenci toplama kampında son buluyor.

*[ izzet koçak ]

#sürrealistöyküler5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder