Öğrenci Toplama Kampı



[ ÖĞRENCİ TOPLAMA KAMPI ]*


Aracımızın öğrenci toplama kampına yaklaştığı havada daireler çizen akbabalardan dolayı hemen anlaşılıyordu. Yüzlerce akbaba binanın üzerinde dönüp duruyor. Yıllarca burada tutulan öğrenciler dışarı atıldıklarında, ki buna mezuniyet deniyor, çoğunun bir leşten farkı olmuyor. Ve akbabalar bu leşleri meşreplerine uygun olarak bir güzel yiyor.

Aracımız kampın demir kapısının önünde durduğunda, kapı yan tarafta duran bir fil tarafından havaya kaldırıldı.  Altından geçerken kapı, aniden filin hortumundan kayar gibi oldu, içerde ufak çapta, atom bombası etkisi ortaya çıkaran bir çığlık patladı ve üç kişi orada kalp yetmezliğinden öldü; ama fil hemen toparladı, kapı aracın üzerine düşmedi ve kalp yetmezliğinden ölenler yedek kalplerinin takılmasıyla yeniden gözlerini açtılar.

Aracın ana binanın yanına durmasıyla birlikte hoparlörlerden gelen bir acı çığlık her yanı doldurdu. Bülbül adlı tarih öncesi bir kuşun sesiydi bu. Gül adlı hain tarafından kana bulandığında bu çığlığı atmış. O gün kaydedilen bu çığlık, şimdi, her toplanma ve dağılma, çarpılma ve bölünme zamanlarında bas bas bağırtılmakta.

Çığlığı duyan çil yavrusu öğrenciler -ki bunlara öğrenci demek yerine 'yarı açık cezaevi mahkûmları' demek daha doğru olur; lakin mahkûm ifadesi güzel benzetmeye uğrayarak “gelecek nesillerin teminatı” olarak buraya yatırıldığından beridir "öğrenci" olarak anılmaktadırlar- dağıldıkları her köşeden çıkarak heykelin önünde toplanmaya başladı.

Araçtan inen okutmanlar, yüzlerine çantalarında getirmiş oldukları çeşit çeşit maskeleri takmaya başladı. Kimi yumuşak yüzüne ciddi görünümlü bir maske, kimi yaşlı yüzüne genç bakışlı bir maske, kimi güzel yüzüne asabiyet çizgileri atan bir maske takarak araçtan iniyordu. Araçtan inen herkes kendinden farklı biri oluveriyordu. Kendin olmamak en büyük erdem kabul ediliyordu, yeni toplum düzeninde.

Ben de çantamdan beş para etmez adam simalı maskemi takarak indim. Etrafta ölüm sessizliği vardı. Birazdan heykele bu öğrencilerden birisi kurban edilecekti. Ayinin başlamasından önce her okutman sorumlu olduğu öğrenci grubunun başına geçti. Verilen talimatlara uygun olarak öğrenciler hareketler yapmaya başladı. Bir toplanıp bir dağılıyorlardı, sonra kurban olan öğrenci heykelin yanındaki ipe çekimleye başladı. Bu sırada tüm öğrenciler, yıllar önce tüm öğrenci toplama kaplarından sorumlu, sorunlu adamın yazdığı “yemin”i okuyordu.

Ayin sona erdiğinde heykel, başına konmuş olan akbabanın kuyruğunun altından çıkan beyaz bir şeyin ağzının kenarına düşmesiyle irkildi. Ayağa kalkıp elinin tersiyle ağzını sildi. Her yanı put gibi durmaktan tutulduğu için biraz gerindikten sonra tekrar eski yerine geçip ebedi istirahatine devam etmeye başladı. Bu kadar bağırtıdan nasıl rahatsız olmuyor, diye düşünürken, kulaklarının içine kurşun döküldüğünü fark ettim, sağır ve dilsiz olduğunu o an anladım, desem yalan olur. Baştan beri bunu biliyordum. Öyleyse her sabah bu ayin neyin nesiydi, kimin fesiydi? Pardon don kanunun gereği fes yasak, peruk serbesti ama ölü insan saçlarından yapılanlarının daha makbul olduğunu bilmeyen yoktu.

Öğrenci toplama kampındaki sabah ayininden sonra, her grup kendi hücresine kapatılmak üzere gardiyan okutmanlar tarafından binanın içerisine alınmaktaydı. Kendi hücrelerine kapatılan öğrenciler bir daha oradan bülbülün çığlığına kadar dışarı çıkamıyordu.

Okutmanlar odasında girip araç gereçlerimizi alarak hücrelere dağıldık. Dünden “en iyisi okuma, okuyorsan da bir şey anlama klavuzu”na yatırdığım sülükleri alarak hücreye girdim.

Benim hücreye girmemle birlikte ayakta bekleyen öğrenciler kendilerini oturaklarına bıraktılar ve alınlarını masaya dayayıp enselerini açtılar. Ben de elimdeki bilgi yüklü sülükleri -ki dünden beri kılavuzdan somuruyorlardı- onların ensesine bıraktım. Sülükler, öğrencilerdeki okuma ve anlama potansiyelini sıfıra indirmek için çalışmaya başladı. Bende boş boş konuşup sülüklemenin başarıyla sonuçlanmasına yardımcı oldum. Başarılı olup olmadığımı bilemiyorum; çünkü zamanında bende böyle bir kamp ve bu kampların daha büyüklerinden sülüklenerek geldiğimden bunu, anlama imkânım yok.

Sülükler bir gece boyu “en iyisi okuma, okuyorsan da bir şey anlama klavuzu”ndan emdikleri bilgiler yardımıyla ne var ne yok somuruyorlardı. Bende onlara işlerinde başarılar dileyerek hücrenin kapısına doğru yöneldim. Tam kapıyı açıp hücreden çıkacakken, ardıma baktığımda, bir şeylerin ters gittiği gördüm, sülükler birer balon gibi şişmeye başlamışlardı.

Öğrencilerin ensesindeki sülükler durmadan büyüyordu. Ve birkaç dakika içerisinde hepsi patlamaya başladılar. Ortalık patlamış sülük parçalarıyla doluyordu. Bu bir isyandı ve her isyan gibi alyuvarların ortalığa yayılmasıyla bastırılacaktı.


*[ izzet koçak ]

#sürrealistöyküler6

2 yorum:

  1. Kaleminize sağlık.Var olsun kaleminiz yoksa nasıl haberdar olacağız sizden

    YanıtlaSil