No: 5


Emine Kesim'e

Tadım’dan iki tane simit aldım. Simitler fırından yeni çıkmıştı. Kokusu bile insanın iştahını açıyordu. Döndüm ve bir simit daha aldım.

Binanın girişindeki güvenliğe selam verdim. Özel güvenlik şirketinin talimatı gereği, sanırım, kesinlikle gülmüyordu elemanlar. Posta kutusunu açtım. İçerisinden gereksiz birkaç gönderi ve tanıtım broşürüyle yine aynı sarı zarftan çıktı. Zarfın üzerinde isim, adres, alıcı, gönderici hiçbir şey yazmıyordu.

Güvenliğe sormadım. Bu beşinci zarftı, bundan önceki dört zarfı kimin bıraktığı -kamera kayıtları dahil-  tüm incelemelere rağmen tespit edilememişti. İçinden çıkan şeylerin de tehlike arz etmediğine hem güvenlik hem de polis kanaat getirdiği için benim tedirginliğimin kimse üzerinde bir tesiri kalmamıştı.

Üçüncü kata merdivenleri kullanarak çıktım. Katta iki hukuk bürosu, bir diş kliniği, bir de taşımacılık şirketinin bürosu vardı. Kapılardaki oldukça şatafatlı tabelalardan bunu anlamamak zaten imkânsız. Bense bunların hiçbirinde çalışmıyorum. Aslında ne iş yaptığımı da tam olarak bilmiyorum. Her sabah gelip, koridorun sonundaki büroyu açıyorum. Büronun kapsında No: 5 yazıyor. Bodrum katta olsaydım. Mezbaha No: 5’e bir gönderme olduğunu düşünebilir, et ve et ürünleri ticareti yaptığımızı sanabilirdim, ama bu katta No: 5’e bir anlam veremiyorum.

İçeri girince elimdekileri odadaki tek masanın üzerine bırakıyorum. Bu benim çalışma masam, son dört güne kadar burada ne yaptığımı tam olarak hatırlayamıyorum. Gelip akşama kadar bu masada oturduğumu, akşam olunca da büroyu kapatıp eve gittiğimi sanıyorum.

Mutfağa geçip elektrikli çay setinin suluğuna su doldurup çalıştırıyorum. Su kaynayana kadar, tezgâhın altındaki temizlik malzemelerini çıkarıyorum. Büroyu baştan aşağı temizliyorum. Parkeleri paspaslıyorum. Tüm cam yüzeyleri, cam sil ve fiber bezle siliyorum. Eskiden gazete de kullanırdım. Ahşap yüzeyleri BİM’den aldığım yüzey temizleyicisiyle siliyorum. Geride hiç iz bırakmıyor. Ben bu işleri bitirdiğimde suyun kaynama sesi geliyor. Ellerimi yeni ciflediğim lavaboda yıkıyorum. Çayı demliyorum. Kelimenin gerçek anlamıyla bir işgüzarım ben.

Bir bardak çay katıp masama geçiyorum. Simitlerin sıcaklığı gitmiş olsa da tazeliklerini hala koruyorlar. Çay ve simit ile kahvaltı yapıyorum. Aslında ikinci kahvaltı demeliyim. Evden hiçbir zaman kahvaltı yapmadan çıkmıyorum çünkü. Ancak büroya geldiğimde ne zamandan beri böyle bir alışkanlığım var bilmiyorum. Simit ve çayla ikinci bir kahvaltı daha yapıyorum.

Çay ve simit faslından sonra ajandamı açıyorum. Yapılacak işler listesine bakıyorum. Yapılacak tüm işleri çaya kadar yaptığım fark ediyorum. Ajandama göre yapacak başka bir işim yok. Sarı zarflar gelmeden önce bu boş vakitlerde ne yaptığımı da hatırlamıyorum. Doktora görünmeyi düşündüm ama onların bu duruma sağlıklı bir açıklama getireceğini düşünmüyorum. Böyle kendimi oldukça iyi hissediyorum, kendimi iyi hissederken doktora gitmeyi hastalıklı buluyorum.

Mektup açacağını alarak zarfı dikkatli bir şekilde açıyorum. Zarfın içerisinden önceki günlerde olduğu gibi yine beş tane birbiriyle ilişkisiz, ben öyle olduğun düşünüyorum, kelime çıkıyor. Kelimeleri okurken içime bir sıcaklık yayılıyor, kendimi sevdiğime kavuşmuş gibi bir hissediyorum. Her akşam bunu eve vardığımda da hissediyorum çünkü, oradan biliyorum. Eşimle kapıda selamlaştığımız anda ikimizin içine de böyle bir sıcaklık yayılıyor. Akşam vakitleri bu yüzden hep vuslat vakitleridir. Hanıma tabii ki kelimeler için de böyle hissettiğimi söyleyemiyorum. İçimde bir suçluluk var açıkçası zarfların geldiği günlerden beri.

Kelimelerin anlamlarını biliyor olsam dahi karşıdaki dolaptan Türkçe sözlüğü alıp tek tek kelimelerin anlamlarını ajandama yazıyorum. Zarfın neden gönderildiğini, kelimelerin hangi maksatla yazıldığını bulmaya çalışmıyorum. Umursamıyor gibi umursuyorum onları ama gizli manalar aramaya da çıkmıyorum. Bu zarf ve kelimeleri bana gönderen ya da gönderenlerin böyle bir amacı varsa bile heveslerinin kursaklarında kalacağını söylemeliyim.

Bilinçli bir tercih mi, yoksa bilinçaltımın yönlendirmesiyle mi bilmiyorum. Çekmeceden bir kâğıt çıkarıyorum. Bir başlık atıyor ve yazmaya başlıyorum. Bazen ikinci, üçüncü kâğıda da geçiyorum. Sonra birden yazmayı bırakıyorum. Fişe takılıyım da biri fişi çekiyor. Diyorum herhalde bu kadar yazmayım. Buna bilinç akışı diyormuş edebiyatçılar. Benden ne akıyor kâğıda bilemiyorum. Çünkü yazdıklarımı okumuyorum. Kâğıdı güzelce katlıyorum. Kelimelerin geldiği zarfın içerisine yerleştiriyorum. Zarfın içinden çıkan kelimelerin yazılı olduğu kartı da yine zarfa koyuyorum. Bir süre, ki bu uzun bir süre de olabiliyor, zarf masamın üzerinde duruyor. Ben de oturmaya devam ediyorum.

Büroyu kapatma vakti geldiğinde ortalığı topluyorum. Masanın üzerindeki sarı zarfı alıyorum. Onun burada ne aradığını bir süre hatırlamakta zorluk çekiyorum. Hatırladığım anda biran önce ondan kurtulmam gerektiğini hissediyorum. Zarfı alıp mutfağa gidiyorum. Bundan önceki dört günde yaptığım gibi tencereyi tezgâhın üzerine koyuyorum. Çakmağı alıp zarfı yakıyorum. Yanan kâğıtlar etrafa saçılmasın diye tencerenin içine atıyorum, bir süre yanmasını izliyorum, sonra kapağını kapatıyorum ama ateşin sönmemesi için de arada bir hava aldırıyorum. Kâğıt tamamen yanınca musluğu açıp tencerenin içerisine su dolduruyorum. Sonra lavaboya döküyorum. Küllü su lavabodan akıp gidiyor. İmha işlemi tamamlanınca derin bir nefes alıyorum. Lavaboda izler kalsa da yarın sabah ciflerim diyerek üzerinde fazla durmuyorum.

Işıkları kapatıp bürodan çıkıyorum. Asansörü kullanmıyorum, merdivenlerden iniyorum. Posta kutusunun yanına geldiğimde elim ceketimi cebine gidi-yor. Sarı bir zarf çıkarıp içerisine atıyorum kimseye fark ettirmeden, sanırım bunu yaptığımı kendim de fark etmiyorum.

Güvenlik görevlisine selam veriyorum. Sirk kapısında duran palyaço gibi sırıtıyor yüzüme. Kapıdan çıkıp evime doğru ağır adımlarla ilerliyorum.




İz/Öykü Atölyesi

Emine Kesim’in Anahtar Kelimeleri: Vuslat, İşgüzar, İmha, Bilinç, Tesir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder