Nasreddin Hoca



Yaz ayları yavaş yavaş geride kalmaya başlamıştı, sonbahar kendisini iyiden iyiye hissettiriyordu. Evden çıktım, sokakta kimse yoktu; ama yazdan kalan bir gün doğmuştu. İnsanlar alelacele işlerini halledip evlerine çekiliyorlardı. Tedirginlik iyice artmaya başlamıştı. Moğol ve işbirlikçi canileri kimsede ne huzur ne de rahat bırakmıştı. Köyler basılıyor, insanlar katlediliyordu. Zulümden kaçanlar akın akın şehir merkezlerini dolduruyor. Bu da merkezlerdeki asayişi sarsıyordu. Düzeni sağlayabilmek oldukça zor oluyordu. Her gün hoş olmayan havadisler almak gönlümü oldukça daraltmıştı. Sabır diyor ve elimizden gelen gayreti göstermeye çalışıyorduk. Moğollara karşı direnişi güçlendirmek için çalışıyordum. Güçlünün yanına geçip sus pus olanlarla da aram pekiyi değildi.
İbrahim iki gün önce gelerek Konya’da adımın geçtiği bir toplantı sonrasında duyduklarını aktarmıştı. İbrahim öldürülmemden korkuyordu, beni korumak için burada kalmayı istiyordu. Yanında on kadar delikanlıyı da getirmişti. Ona böyle bir korumaya ihtiyacım olmadığını söyleyerek gönderdim. Kötü zamanlardaydık, kimin dost kimin düşman olduğuna dikkat etmek gerekiyordu. İbrahim yanımda olması onu açık hedef yapardı. Bu delikanlıyı seviyorum. Konya’da krallar gibi yaşamak varken o zor olanı seçti.
Camiye doğru hem yürüyor, hem de zihnimden bin bir düşünce geçiyordu. Yürüdüğüm yollar iyice bozulmuştu. Kapıların, pencerelerin, avluların, evlerin üzerine sinmiş olan bir bıkkınlık vardı. Her şey dökülüyordu. Her şeyin dengesi bozulmuştu. Denge bozulduğunda tedavi çabaları da fayda etmiyordu. İnsanların birbirlerine tahammülleri kalmamıştı. En ufak şeyler kavga ve tartışma sebebi oluyor. Kavganın çözümü için önüme geliyorlardı. Bazen bu hele bakıp içim kan ağlıyordu. Bir ülkenin geleceği, şu insanların kaderi karanlığa doğru kayarken şu adamların dertleri ne olmuştu. İyi ve güzel zamanlarda bunlar için mesai harcamak yormuyordu yaşlı gönlümü, lakin şimdi zor geliyor hem de çok zor. Buna rağmen yapılacak bir şey yok; büyüğünden ufağına sıkıntılarla boğuşmak gerekiyor.
Caminin yanındaki iki odalı hazireye geçtim. İç içe geçen iki oda caminin duvarına dayanıyordu. Ön odada kâtibim Hasan duruyordu. Davalarla ilgili defterleri tutuyor. Benim için ne gerekiyorsa o hallediyordu. Üç ay kadar önce Konya Sultanı beni kadılıktan azletti. Ancak yerime de bir kadı göndermedi. Moğol’un ağırlığı Konya sarayında fazlasıyla hissediliyor artık. Moğol’a karşı olanların isimlerinin üzerine kara kalem çekiliveriyor. Yerime biri gelmeyince ben de vazifeme devam ediyorum.
Hasan, kapıdan girmemle birlikte ayağa kalktı. Kapının yanında iki Ahi yiğidinin arasında iki adam duruyordu. Belli ki bir anlaşmazlıkları vardı. Ahi yiğitleri başlarında olduğuna göre anlaşmazlık kavgaya dönüşmüş ve Ahiler bunları ayırıp anlaşmazlık giderilsin, diye buraya getirilmişlerdi. Düzen sağlayacak devlet kuvvetleri ortadan kalkınca düzen bu şeklide korunmaya çalışılıyor. Hasan elimi öptü, iç odaya geçtim. Hasan havalansın diye pencereyi açmıştı. Pencereyi kapattım. Oda küçük sayılırdı on kişi içeri girse on birinciye oturacak yer kalmazdı. Başköşedeki minderime geçtim. Önüme rahlemi çektim. Sağ ve sol tarafta minderler, duvarlara dayalı yastıklar uzanıyordu. Yerde sade bir kilim.
Hasan yanıma geldi:
“Efendim, iki davalı kardeş var.” dedi, “Defterlere kayıtlarını yaptım. Arzu ederseniz içeri alayım” diye ekledi.
“Aralarındaki konu mühim mi Hasan?” diye sordum. Hasan sorumdaki maksadı anlamış olmanın mahzunluğu içerisinde şöyle başını yana eğerek, dudaklarını büktü ve gözlerini kaydırdı. Sonda da ekledi:
“Siz daha iyi bilirsiniz Efendim,” diye sorumu cevapladı. Hasan’ın bu tutumu aslında davanın pek mühim olmadığını gösteriyordu. Lakin ardından eklediği ‘siz daha iyi bilirsiniz’ deyişi, adaletin sağlanması gerektiğinin imasıydı.
“Çağır gelsinler o zaman,” dedim.



Çok vakit davacıların hal ve hareketlerinden kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamak mümkün olur. Ancak karar vermek için deliller gerekir ve bu delillerin şahitlerce onaylanması. En önemlisi de kararın adil olması gerekir, davacının da davalının da toplumunda karardan yana tatmin olması gerekir. Sadece birini memnun etmek adaleti sağlamak için yeterli olmaz. Elbette üçünü tatmin etmek kolay değildir, bu sebeple en azından ikiyi tatmin etmek gerikir. Bazen adil karar bu üçünü de memnun etmez, burada Yüce Allah’ın kabulü her şeyden önemlidir.
Adamlar gelip biri sağa biri sola oturdular. Ahi yiğitler de yanlarına oturdu.
“Anlatın bakalım nedir derdiniz,” diye sordum. Yaşça diğerinden büyük olan ve kılık kıyafeti de diğerine göre düzgün olanı hemen konuşmaya başladı.
“Efendim, bu karşımdaki benim kardeşim olur, kendisi aylak adamın tekidir, doğru dürüst ne çalışır ne de iş güç yapar. İş veririm yapmaz, hiçbir şeyden memnun olmaz…” Büyük ağabey kardeşini küçük düşürerek kendi lehine bir karar almak için aklına ne olumsuzluk geliyorsa sıralıyordu.
“Sadede gel efendi, nedir sizi buraya getiren şey sen onu söyle?” Adam nutkunun kesilmesiyle bir an dona kaldı. Ne diyeceğini bilemedi. Sonra kendini toparlayıp başladı.
“Efendim bizim babadan kalma bir ceviz ağacımız var, her yıl cevizi çırpar çıkan mahsulü paylaşırız. Ben babamızın ruhuna dua edilsin diye, helva yaptırır ve bu cevizlerden de üzerine atarım. Kardeşim olacak bu adam, babamın helvası için ayırmak istediğim cevize göz dikmiş, aramızdaki anlaşmazlık da istemezdim ama buraya kadar geldi işte. Hoş ceviz ağacını babam dikmiş olsa da benim bahçenin sonunda bulunur, ağaç bana aittir, ama kardeşim de nasiplensin istedim; bu tüm hayırsız çıktı.”  Ağabey kendinden emin olup biteni sayarken karşıdaki garibanın boynu bükülmüştü.
“Sen anlat bakalım nedir durum, ağabey’in haklı mı?” diye küçük kardeşe sordum.
“Efendim, ben gariban bir adamın, ne iş olsa yaparım, evde bir hanım üç çocuk beklemekte, onların rızkı için didinip dururum. Ağabeyim bana iş vermektedir doğru, ama biz kardeşiz deyip hakkım olanın hep yarısını eksik verir. Ben de baktım bu böyle olmayacak ayrıldım yanından, hamallıksa hamallık, odunculuksa odunculuk ne iş olursa yaparım.” Baktım o da sözü uzatacak ona da:
“Sen de ceviz meselesine gel gayri,” dedim.
“Haklısınız, affedin hocam, babam vefat ettikten sonra bize bir ev bir bahçe bıraktı, ağabeyim büyük olduğundan zaten babamla birlikte kalmaktaydı. Babam birkaç ay ağabeyimi yanında hasta yattı. Vefat edince de "Ben babama baktım, o yüzden ev ve bahçe benimdir," dedi. Zaten babam ölmüş benim ne malda ne de mülkte gözüm var. Ağabeyim, o zaman bana bahçedeki ceviz ağacının mahsulü ikimizin ortağıdır, dedi. Zaten büyüğümdür o ne derse kabulüm. Geçen sene ben sabahtan akşama kadar cevizleri çırptım, çuvalladım. Ağabeyimi çağırdım, bunlar ağaçtan çıkan cevizler ağabey, buyur paylaştır. Ağabeyim, bana birkaç avuç ceviz verdi ve “Babama “mevlid” okutup helva dağıttıracağım, cevizleri de kırıp onların üzerine attıracağım,” dedi. Ben de kabul ettim.” Ama ağabeyim koskoca çuvalı kendi kilerine atıp bir kış yedi. Babama helva diyerek de kendi eş dostuna, zaten toplanıp beraber yiyip içtikleri adamalara, doğrusu helva yapıp yedirdi, ancak mevlid ortada yok. Bu sene ise ben buna razı olmadım, durumu biliyorsunuz Hocam, geçim sıkıntısı boğazımda cevizleri satıp un alacağım, hanım ekmek yapıp çocuklara yedirecek.”
Dinlediklerimden büyük kardeşin küçük olana haksızlık ettiğini anlamıştım. Bu herhalde yılların tecrübesiydi. Ama benim anlamış olmam yetmezdi. Ahileri gönderip bunları tanıyan birkaç şahit getirdim. Şahitleri dinledim. Kararımı açıklama zamanı gelince de bunları karşıma aldım.
“Sizler kardaşsınız, her zaman birbirinize lazım olacaksınız. İyi günde de kötü günde de. Sen ağabey olarak kardeşini koruyup kollamaya niyet etmişsin ama bunu hakkıyla yapmayıp gönül kırmışsın bu çok yanlış. Babanın mallarına sahip olmuşsun, kardeşin ses etmemiş. Şahitlerden de dinledik ki sen burada haksızsın. Kardeşinin hakkını vermek durumundasın. Kardeşin babandan kalanlar için davacı olmak istemiyor, dava konusu cevizler aranızda pay edilecektir,” dedim. Dedim demesine de büyük kardeşin bir daha haksızlık yapmamasını, şu şahitler önünde ona iyice belletmek niyetimi de aldım. Cevizlerin içeri getirilmesini, söyledim. Bir çuval ceviz odanın ortasına konulmuştu.
“İkisine de dönüp, şimdi aranızda bu cevizleri Allah’ın kulları arasında nimetlerini pay ettiği gibi mi pay edeyim, yoksa biz fanilerin kendi aralarındaki pay edişlerine razı mı olmak istersiniz.” Büyük ağabey, bilmem bana hoş görünmek için mi hemen cevabını verdi:
“Allah’ın kulları arasında nimetlerini pay ettiği gibi olsun.” Dedi, küçük bir şey anlamadı bu işten ama Allah kelimesi geçince ne yapsın sormaya çekinip:
“Hocam, siz doğrusunu bilirsiniz,” dedi.
“ İkinizin ortak kararı ve onayı ile bende bu cevizleri şahitler huzurunda pay ediyorum size, dedim.” Çuvalın yanına vardım. Ağzından bir avuç kadar cevizi alıp büyük kardeşe verdim. Sonra küçük kardeşe dönerek:
 “Al bu çuvalı git, bu çuval senin hakkın, dedim.” Büyük kardeş hemen hopladı yerinden:
“Hocam bu nasıl paylaştırma böyle?”
 “Ne var ki bu paylaştırmada,” dedim, “Allah kimi kullarına nimeti bolca verir kimilerine kısar, sana geçen yıl vermiş, sen kullanmışsın. Bu yılda kardeşine nasip oldu cevizler. Ben sana sordum, sen insanların kendi arasındaki pay edişini kabul etseydin. İkinize bu çuvalı eşit olarak paylaştıracaktım.”
Verdiğim karar Hasan’ı oldukça memnun etmişti, yüzü aydınlanmıştı. Küçük kardeş ile şahitlerde durumdan memnun olmuşlar yüzlerine bir tebessüm yayılmıştı. Büyük kardeş bir avuç cevizle ortada kalakalmıştı. Omzuna şöyle bir vurup:
“Kardeşin değil kim olursa olsun haksızlık etme, bu dünyada bunun hesabını kolay verebilirsin. Ya ahrette, git tövbe et! Kardeşin ile aranı iyi tut, kötü günlerdeyiz, daha kötüleri de gelecek. Birbirinizden başka sığınacak yeriniz olmayabilir.” Sözlerim ne kadar tesir etmişti bilemiyorum, lakin çıkışında hem kızgınlık hem de şaşkınlık vardı.
Bu sırada öğle ezanları okunmaya başlamıştı. Odadan çıkıp şadırvana doğru gittim ve abdestimi tazeledim. Namaz için camiye girdim.



Nasreddin Hoca - İzzet KOÇAK - Ocak 2012

5 yorum:

  1. Akıcı, güzel bir hikaye..

    YanıtlaSil
  2. İzzet!Kalemine sağlık.Takipteyim...

    YanıtlaSil
  3. ne kadar acı Nasreddin Hocayı sadece fıkralardan ibaret bilmek... Esra

    YanıtlaSil