Hayat, belki de adı konulmamış bir duygunun ta kendisi.
Bazı
kimselerin “hatıralar atlası” olan geçmişlerine gıpta ediyorum. Bu kişiler,
geçmişinin bir noktasında karşılaştığı insanları, yanından geçtiği mekânları, iyi
kötü yaşadığı olayları tüm ayrıntıları ve canlılığı belleklerinde tutabiliyorlar.
Yanlarına oturduğunuzda, üzerinden onlarca yıl geçmiş olayları, kişileri ve mekânlarıyla
daha dün yaşamış gibi aktarıveriyorlar. “Hatıralar Atlası” ışıl ışıl; tüm
çizgiler, renkler ve yollar öylece duruyor.
Bu
kişileri dinlerken “Acaba tüm bu anlattıklarını uyduruyor mu?” sorusu cevapsız
bir şekilde sallanıyor zihnimin boşluklarında.
Ben
ki öyle hafızası çok güçlü bir kimse değilim. Özellikle isimler noktasında,
bütün balık soyu ile unutma yarışına rahatlıkla girebilirim. Öyle geçmişin
derinliklerine gitmeye gerek yok, onlarca kez karşılaştığım ve her
karşılaştığımda ismini hatırlayamadığım şahıslar var. Bunlar bana, bazen, o
kadar yakın kişiler oluyor ki kendimden şüphe ettiğim kadar onlardan da şüphe
ediyorum. Onlarca kez bir hayal ile mi hemhal olmuştum, diye. Zira ismi
olmayanın varlığı da şüpheden ibarettir.
Öğretmenlik
mesleği açısından öğrencilerin isimlerini öğrenmenin büyük bir ehemmiyeti var.
Ancak ben yıllarca derslerine girdiğim sınıftaki öğrencilerin adlarını
hatırlamakta çoğu zaman güçlük çekiyorum. Sırf bu yüzden yoklamayı öğrencilerin
adlarını hatırlamak için alıyorum. Ya yoklamasız karşılaşmalar, hiç sormayın!
İsimlerle
somutlaştırdığım bu unutkanlığı mekânlarla da olaylarla da rahatça
genişletebiliriz.
İsimler
ve mekânlar konusundaki bu zayıflığımın yanında zihnimin çok güçlü bir yanı var
geçmişe ve hatıralara dair:
Duygular!
Öfke,
sevinç, nefret, şaşkınlık, kıskançlık, mutluluk, keder, acı, merhamet, vicdan
azabı, yalnızlık, özlem, pişmanlık… gibi duyguların yoğun olduğu anlar zihnime
bir mıh gibi çakılmış. Ne yaşadığımın ne de kimlerle nerede yaşadığımın bir
önemi kalmamış; sadece ne hissetmişsem onu taşımışım.
Bu
taşıma işini de belleğimle mi; yoksa kalbimle mi yaptığımı bilemiyorum.
Hafızamda
tüm yaşadıklarım duygulardan ibaret olunca; bir “an”dan ibaret oluveriyor
yaşanmış olan her şey. Duygu canlanıyor ve o “an” zihnimde puslar içerisinde
belirip kayboluveriyor. Hepsi hepsi bu…
Böyle
bir zafiyeti olan ben, yıllarca yaşadıklarımın yok olmasına nasıl müsaade
ettim. Tabi ki etmedim. Hepsini kareli lise defterlerine günü gününe yazdım. Sanırım
lise son sınıfta bu vahim durumu fark ettim ve yazmaya başladım. Binlerce sayfa
günlük yazdım, sonra bilgisayar ve binlerce Word sayfası.
Ama
sonuçta insanın unutması bir nimet! Ben de yazıyla kalıcılaştırdığım bu zihni
kimi zaman sıfırladım. Defterleri yaktım, Word belgelerini silip yok ettim.
Şimdi
geriye yine duygulardan başka bir şey kalmadı. Hayat, belki de adı konulmamış
bir duygunun ta kendisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder