Aslında bu yazının başlığını “İzzet
KOÇAK’ın cep telefonundan nefretinin bir sürü sebebi” olarak koymak isterdim.
Sonrasında da bir sürü sebep yazardım. Ancak kendi iç sansürümü kendime uyguladım
ve bunu bir nefret sarmalı içerisinde değil de bir imtihan vesilesi kılmayı
tercih ettim. Böylece kendime dervişçe bir pay çıkardım.
Artık, 20 kilogramlık bir matik
deterjandan çıkan bir cep telefonum vardı. Bunu her daim yanımda mı taşıyacaktım!?
Bu dayanılmaz bir yüktü benim için. Ben evdeki sabit telefonun çalmasından –nedense-
rahatsızlık duyan birisi olarak, bir de her daim çalacak bir telefonu yanımda
mı taşıyacaktım!?
Çevremdeki herkesin büyük bir heyecan
duyarak taşıdığı cep telefonu, benim için akşamları şöyle yarım saat açılıp
kapanan bir yüktü. Kaç ay öyle devam etti hatırlamıyorum. Ne zamandan itibaren
yanımdan ayrılmamaya başladı onu hiç hatırlamıyorum. Nasıl da fark ettirmeden
koynuma girmişti, kanıma işlemişti aşüfte?
Bir gün bir baktım ki elimdeki üçüncü
telefonuma kavuşmuşum. Aylarca şarjı giden bir philips, seviyordum keratayı bir
şarj ediyordum bir dahaki şarjına kadar yüzünü görmüyordum itin! Mecbur
kalmadıkça birbirimize bulaşmıyorduk. Ama tuhaf ki bu sevmediğim aleti,
sevmediğim nefsim gibi hep yanımda taşıyordum. Tabi ki onu fırlatıp duvara
vurduğumda ondan kurtulamadım, sadece bir başka makineye dikey geçiş yaptım.
Ve bu cep telefonunu taşıma işi genelde
evden dışarı çıkacağım zamanlarda aklıma geliyordu. Kapıya varınca kontrol
başlıyordu, cüzdan, anahtar, cep telefonu… Cüzdan ve anahtar tamam! Cep
telefonu nerde? Odaların içinde bir tur attıktan sonra bir gün önce attığım
yerden kendisini bulabiliyordum. Okuldan geldiğimde takım elbisenin cebinde
kalıyordu. Kitaplığın bir rafında kendisine yer bulup şarjını için için yiyip
bitiriyordu. Yastığın arkasına düşüp kayboluyordu. Titremekten zavallının hiç
sesi çıkmıyordu. Ama cep telefonunu bulduğum her seferinde de ya birkaç mesaj
ya da birkaç çağrı ekranda yer işgal ediyor oluyordu.
Yol boyunca mesajlara ve çağrılara cevap
verme işi uzun seneler boyunca devam etti. Her seferinde karşımdaki kişinin
aramasına cevap veremediğim için büyük bir mahcubiyet hissettim. Arayan kişi
yüzlerce kilometre gelmişte kapıdan dönmüş gibi acı hissettim. Ve hala da aynı
mahcubiyet ve kederi bir gömlek gibi taşırım.
Bu mahcubiyet ve keder benim cep
telefonuyla olan ilişkimi daha da kötü bir noktaya taşıdı. Artık cep
telefonundan nefret ediyordum. Onu, mecburiyet ve dahası ihtiyaçlar
hiyerarşisinde ekmekten sonraya konduğu için hala bulunduruyorum. Yoksa ilk
terkedilecekler listesinde! Ama terk edebilir miyim!??
Birçok arkadaş ve dostumu bu cep
telefonu yüzünden kaybettim/kaybetmeye devam ediyorum. Benim cep telefonuyla
olan sağlıksız ilişkimi arkadaşlarım kendilerine yordular ve benden soğudular.
Belki de haklıydılar. Ben bu soğukluğun sebebini çok iyi bilmeme rağmen yine de
şu telefon illeti yüzünden bu muhabbeti bir türlü eski haline ikame edemedim.
Üzgünüm, cep telefonunun hayatımızın değişmez
bir parçası olarak kendisine yer bulmasından.
Bu ağır imtihan sebebiyle cep
telefonlarını topyekûn hayatımdan çıkaracak olan günü sabırsızlık ve büyük bir
aşkla bekliyorum.
Beni böyle sevin ya da siz bilirsiniz!!!
Böyle imtihana can feda. telefon düşkünü olduğumdan değil, basit bir imtihanmış. tabi arkasında ne gibi sebepler var araştırmak gerekiyor...
YanıtlaSilEvet, tüm imtihanlar basittir; sınava başkası giriyorsa!
Sil" tabi arkasında ne gibi sebepler var araştırmak gerekiyor" dedim. demek ki sizin sebepler fazla olduğu için ağır bi imtihanmış. neyse Allah yardımcınız olsun.
YanıtlaSilAmin, acaba diyorum çocukluğa mı insem:)
Silolabilir elbette. tabi çıkması kolay olursa... sonra daha fazla bozulmasın telefonla aranızdaki muhabbet :)Esra
Sil